İbrahim Çolak
İbrahim Çolak Adını Gül’den, Gül’ü kalbinden alana…

Adını Gül’den, Gül’ü kalbinden alana…

İnsan dönüp dolaşıp aynı şeyi söylüyor ve insan çok da değişmiyor iki gözüm. Değişmiyor demem seni yanıltmasın, muhakkak ki ibret alanlar hariç. Muhakkak ki daha iyi insan olmanın derdini çekenler hariç. Muhakkak ki ‘sevmeyi’ nimet ve hatta mucize bilen ve kalbine sarılanlar hariç.

İnsan hesaplarıyla var olsa da, mümkünler dâhilinde adil, hesapsız ve beklentisiz tebessümler taşımalıyız iki gözüm. Muhatabımıza göstereceğimiz nezaket öncelikle bizim kalibremizi ortaya koyar. Elbette hak eden, etmeyen ayırımı yaparız, yapıyoruz da ancak kabul edelim ki önyargılarımız çok ve bu önyargılarımız bizi asgari nezaketten uzak tutup, suratsız insanlar yapıyor. Selam verenin, incelikli davrananın zarar gördüğü olmuştur, olacaktır da. Sözü uzatmayayım. Zararımız selam vermekten, nezaketten, adil ve dürüst olmamızdan olsun iki gözüm.

Annelerimize, şikâyet etmeden taşıdığımız yüklere dikkatini çekmek isterim. Sevmenin en belirgin özellikleri merhamet ve şefkat olmasının yanında kime, kimlere hesap vermeden veriyorsan bilesin ki sevdiğin bu insandır. İnsan ancak sevdiklerine hesapsız verir, insan sevdiğine götürdüğü elmayı saymaz iki gözüm. Bir de şımarmak var iki gözüm; yanında şımaramadığın insanlardan uzak durasın.

Çok söyledim iki gözüm, çok söyledim. Yazdıklarımı siliyor ve şunu söylüyorum: Yaşayıp öğreneceksin. Yeryüzünde var olan her şey, yazdıklarımız da dâhil, karanlık bir tünelde elimizde tuttuğumuz fenere benzer, fazlası değil. Yürüyecek, yürüdüğün yolun sıkıntılarını çekeceksin. Sıkıntılar seni yürüyüşünden alıkoymasın.

Bir türküye, bir şarkıya takılıyorum, işkence gibi, uyuşturucu gibi, elim ayağım kesiliyor, ezberlemeden bin kez dinliyorum. Yalnız kalbimin ezberlerine inanıyorum. Yürüdüğüm sokaklar, okuduğum kitaplar, tanıştığım insanlar, şahit olduklarım, geçmiş ve gelecek hepsi siliniyor, kalan yalnızca kalbimin ezberledikleri oluyor. Bugün on bir Eylül Çarşamba. Yola çıkmak için güzel bir gün. Yol nereye çıkar, bunu da Rabbim biliyor.

Büyük balığı tutmanın peşinde geçirdiğim zamanlarıma acıyorum. İnsanın ancak istikrar ve önce küçük balıkları yakalamak ile yola çıkması gerektiğini öğrendim öğrenmesine ya geçirdiğim zamanı bana verecek olan yok. Büyük balığı tutamadım, aldanışta olduğumu gördüm, büyük balığı da daha büyük bir balık yemiş!

Sevmek; kökü ruhumuzda olan ağacın adı. Sende olmayanı sana getirseler de tanıyamazsın iki gözüm. Ne zaman saymışsam eksik saymış ve kaybetmişim. Allah’ım! Yürümek istiyorum.

Dağlara doğru yürüyen merhametli olurken şehirlere doğru yürüyen merhametsiz oluyor, dağlarda gözlerimiz açılırken şehirde körleşiyoruz. Şehir hasta kılarken dağlar iyileştiriyor iki gözüm.

Sana, taptaze toprak kokusu, yağmur kokusu, biçilmiş ot kokusu, mandalina kokusu, limon çiçeği kokusu, filbahri kokuları yakıştırıyorum. Sen yoksun diye cansız ve soluk buralar. Hani şarkıdaki gibi, “Sen yoksun ya böyle ıssız Ankara.” Çok insan tanıyor olmamız ne gam, elimizde kala kala üç-beş insan kalıyor, yürüdüğümüz, özlediğimiz, sarıldığımız… Senden sonra hiç kimseyle yürümedim. Bana bir yer bul dünya coğrafyasından, senden uzak olmasın. Gel, gel de beni yağmurlara götür…

Mutluluk ile hüzün nöbetleşe yer değiştirir. Mutluluğun kendi hakkı, hüznün başkalarından olduğunu düşünen insan ziyandadır iki gözüm. Ziyanımız çok!

İnsan çok söylemek istiyor, söylemek istediklerim uzakta, kalemim düşüyor elimden.

Yaşadıklarımı yazmak, yazdıklarımı yaşamak istiyorum. Anlayışlı bir sessizlik içinde, açık havada oturmak ve hatta uyumak istiyorum. Dağ kekiği, sümbül, nergis, yarpuz ve adını bilmediğim onlarca çiçeklerin ve otların kokuları okşayış gibi sarsa beni…

Uzak dağın kiraz ağacı. Denizi öpen, kitaplara sarılan gönlüne selam ediyorum. Ben toprağım, sen denizi olan bir şehir. 

Hayat bizim bildiklerimiz midir, bilmediklerimiz midir? İnsanın sevdiklerine küsmesi kalbe zarar!

Sevmenin ve duanın gücüne inanıp, masmavi gökyüzünün altında, omuz omuza durabileceğimiz günlerin temennisiyle… Dağ çiçekleri avuçlarına sığmasın…

Ben bu yazıyı yazarken, “Aklımda fikrimde hep sen varsın…” çalıyordu…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Çolak Arşivi