Hakan Bahçeci
Hakan Bahçeci Açık Uçlu Sorular

Açık Uçlu Sorular

Sorunuzun havada kaldığı, duyulmazdan geldiği, önemsenmediği, değersiz bulunduğunu hissettiğiniz anlar… İçine düştüğünüz boşluğu hatırladınız değil mi?

 İnsan, sorduğu soruya cevap almak ister. Dile dökülmemiş sorularımızın bile cevabını bilmek, mümkünse cevabı bizzat bulmak isteriz. Eğer bir mesele hakkında bilgi sahibi olmak istiyor, çözmek, çözümlemek, kani olmak, tatmin edilmek istiyorsak sorarız.

İnsanoğlunun kendisinden başlayarak, içinde bulunduğu dünya, âlem, tarih, geçmiş ve geleceği ile ilgili cevabını aradığı onca sorusu vardır. Sormak, belki de insana verilmiş yeteneklerin arasında en güçlü olanıdır. Çünkü sorabilmek asgari düzeyde de olsa bilmeyi gerektirir.

Bilmek, soru sorabilmenin ilk adımıdır. Belki bu yüzden sorularımızın bizdeki bilgiyi tamamlamasını ve içine düştüğümüz merak duygusunun giderilmesini bekleriz. Hiçbir soru aslında alelade ve öylesine değildir…

Zihnimiz tahmin ettiğimiz ve düşündüğümüzden çok daha karmaşık ve çok daha güçlü bir yapıya sahiptir. Esasen tıp biliminin insanı keşfe dair çıktığı yolda, sırrına vakıf olamadığı alan beynimiz ve zihin dünyamızdır. İşte bu dünya sonu gelmez sorularımızın kaynağını teşkil etmektedir.

Kesin ve net olarak cevaplanan sorular, aslında gerçek bir sual niteliğinden çok bilgiyi güçlendirme vazifesi görür. Eve geldiğinizde annenizin “geldin mi?” sorusu bilginin netleştirilmesi ve daha ziyade iletişimin başlamasına dönüktür. Misafirliğe gittiğiniz zaman kahveniz ile ilgili “sade mi, şekerli mi?” sorusu tek bir kelimeyle cevaplanıyor olsa da sizinle ilgili ipuçları verir karşı tarafa.

Soru sorabilmenin bilmekle doğrudan bir bağı olduğunu ifade ettik. Sahip olduğumuz bilgi birikimi, tecrübe, o konuya duyduğumuz ilgi sorularımızın da şeklini, derinliğini ve hatta değerini arttıracaktır.

Peki, yazının başlığında kullandığımız “açık uçlu sorular” ifadesiyle kastımız ve niyetimiz nedir? Açık uçlu soru ifadesi aslında eğitim sisteminde kullanılan ve talebeyi değerlendirirken başvurulan bir imtihan çeşidi. Lakin bizim burada bahis açtığımız mesele; bazı soruların birden fazla cevabı olduğu gibi bu cevapların her biri de kendi içinde doğruluk taşıyabilir olduğudur.

İki seçenekli bir sorunun cevabında üçüncü seçenek muhal, evet-hayır sınırında cevabı olan soruya “belki” demek anlamsız kalabilir. Açık uçlu sorular karşısında vereceğimiz cevaplar, aslında soruyu soranın merakını ya da bilgi ihtiyacını giderecek değildir. Hakeza bu tür sorulara vereceğimiz cevaplar kendimizi anlatmanın, ifade etmenin bir fırsatıdır. Bu sorulara verdiğimiz cevaplarla hem soranı hem kendimizi cevabımızla tatmin etmek istiyoruz.

Açık uçlu sorular karşısındayız. Tüm iyi niyet ve samimi cevaplarımız kalbine ya da hissine dokunmuyor sual sahibinin. Cevaplarımız sorudaki gücü azaltıp cevabın tesirini arttırmıyor. Hayata dair ne çok sorumuz var ve bu soruların çok azı güzel insanların güzel sözlerinde dile getiriliyor.

Aldığı cevapla yetinen, cevabıyla yoluna dönen, bu cevapla “iyi” safına geçebilen ne kadar az insanız…

Soruların, bir maksada ve kurgulanmış bir sahneye hizmet etmek amacıyla tuzaklanmış olduğu bir çağda yaşıyoruz. Farkındayım, felsefe “neden” sorusuyla çıktı yola ve daha o zamanlar Hıristiyan takvimine göre milattan önce idi. Buna rağmen çağımız insanının “sorularını” hep kendi menfaati doğrultusunda hazırladığını görüyoruz.

Hiçbir cevap sorusundan azade değildir. Bu yüzden mi herkes, kendi bulduğu ya da beklediği cevabı aramak için “kendi sorusunu” soruyor?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hakan Bahçeci Arşivi