ZAMANE GENÇLERİ
Eğitimci olmamız ve bir okulda idareci olarak görev yapmamız nedeniyle özellikle on, on dört yaş gurubu gençlerle daha yoğun olarak birlikte oluyoruz. Bu vesile ile muhatap olduğumuz yaş gurubu, ergenlik döneminin hemen ilk yıllarına tekabül ediyor. Eğitim kademeleri arasında ortaokul kademesi bu yönüyle daha dikkat isteyen ve daha zorlanılan bir döneme rast geliyor.
Günümüz dünyası ve içinde yaşadığımız çağ oldukça hızlı ve değişken bir rota çiziyor gençlere. Teknoloji alabildiğince tesirli ve ondan azade olup yol yürüyebilmek neredeyse imkânsız artık. Hoş, bahsini ettiğimiz teknolojik çağ dünyanın hangi yerinde ne kadar kullanılıyor ve ne kadar etki ediyor sorusu da ayrı bir mevzu bahis ama bu yazıyı o konuya ayırmayacağız.
Teknoloji ve getirdiği yeni alışkanlıklar kolaylıkları yanında zorluklar ve daha önce karşılaşmadığımız problem ve hastalıklar da üretiyor. Belki de bunların başında iletişim bağındaki kopma ya da birlikte yaşayabilme becerisinin zayıflaması geliyor. Ziyaretime gelen velilerin çoğu ebeveyn olarak çocukları ile bir türlü anlaşamadığını, çocuğuna ulaşamadığını ve arzu ettiği saygıyı görmediğini belirtiyor.
Sizlerin de dost ve sohbet meclislerinde bu mevzuya dahil olup bir iki kelam ettiğiniz vakidir. Nasıl olmasın ki ya çocuğumuz var bu yaşlarda ya kardeşimiz ya bir komşumuzun çocuğunu görüyoruz ya da yolda sokakta karşılaşıyoruz. Çoğu sohbet “zamane gençleri” deyip başlıyor ve birçok şikâyet, birçok yakınma, keşkeler, öfke dolu sözler, kendince nasihatler ve cümlenin sonunda “bizim zamanımızda böyle miydi” hayıflanması…
Aralarında çocukça kavga etmiş iki öğrencimizin velisi tesadüfen karşılaştılar odamızda. Her ikisi de karşı tarafın suçluluğundan yola çıkıp hakkının alınmasını istiyor. Olayı kısaca anlatıp meseleyi vuzuha ve sulha kavuşturduk demeye kalmadan çocuklar çoktan barışıp oyunlarına dönmüşlerdi bile. Durumu gören velilerimiz gülümseyip gündelik sohbete döndüler ve tahmin ettiğiniz gibi “zamane gençleri” deyip koyulaştı sohbet.
Birisi özel sektörde işçi diğeri esnaf iki velimizin kurdukları üç beş cümleyi olduğu gibi aktarayım size: Ya hu odaya giriyorum çocuk hiç oralı değil, yatmış doğrulmuyor bile… Bir bardak su getirtemiyorum… Eline almış bir telefon bizi görmüyor… Televizyonun karşısından kalkmıyor… Ders çalışmak mı bizim çocuk hiç oralı değil… Kitap mı eline almaz… Ağzı nereden bozuldu bilmem… Annesine çok asi… Yattığı yeri bile toplamıyor…
Yukarıda duyduğum cümlelerin daha çoğunu ve daha şedit hallerini çoğu mecliste ve toplumun çoğu kesiminden bizatihi işitmiş biri olarak çok da itiraz edeceğim cümleler değil bunlar. Dünden bugüne iki günde olan şeyler de değil. Tarihin hemen vaktinde gençlerin isyankâr ve serkeş halleri oldu olacak da lakin biz günümüzden sorumlu ise bugüne bakacağız.
Ergenlik dönemini zor geçiriyorlar çocuklarımız. Maddi imkân bakımından ayırt etmeden söylemek gerekirse zengin olan da fakir olan da çocukları ile nitelikli ve derinlikli vakit geçiremiyor. Aynı evde birbirinden kopuk hayatlar yaşanıyor. Aile ortamında bulamadığı sıcaklığı, yakınlığı, neşe ve muhabbeti sosyal medya başta olmak üzere dışarıda arayan çocuk baba ve annesinden mekanik bir varlık gibi söz etmeye başlıyor. Çarpıcı bir örnektir; eskilerin yanında çocuk ayağını bile uzatamazdı… “Ya hu ne olacak uzatıverse” diyeni çok duydum. Bir ayak uzatmak değil mevzu… Mesele şu ki iki nesil arasında “saygı” kayboluyor. Hürmet olmadan sevgiyi beslemek zor…
Gençlerimizi özellikle ergenlik çağında çocuklarımızı çok daha fazla özenerek ve titizlenerek gözetmek, eğitmek ve yetiştirmek zorundayız. Televizyon ya da tablet ekranları, sosyal medya, kontrol edilmeyen arkadaş çevreleri ve sınırsız eğlence vaat eden platformlar bizim çocuklarımızı bizden almış olmamalı. Konu çetin ve kaçınılmaz. Sonra devam etmeli…