Musab Seyithan
Musab Seyithan Yahudi; Kendi Güvenliği İçin Böler, Parçalar, Yutar

Yahudi; Kendi Güvenliği İçin Böler, Parçalar, Yutar

Tarih boyunca Müslümanların birbirleriyle kaynaşmış halde güç oluşturmaları/vahdeti, yahudiyi hep rahatsız etmiş ve bu gücü yok etmek için elinden geleni yapmıştır. Kendi güvenliği için parçalamış, bölmüş ve yutmuştur.

Rasûlullah döneminde Medine’nin iki Arap kabilesi olan Evs ve Hazrec kabileleri, İslam’dan önce kanlı bıçaklı ve sürekli savaş halinde idi. Bunların yaşadıkları Buas harbi, unutulmayacak şekilde kanlı geçmişti. O dönemde Nadir oğulları, Kureyza Oğulları ve Kaynuka Oğulları olmak üzere üç de Yahudi kabilesi vardı.

Hicretten sonra Evs ve Hazrec kabilesi “İslam’ın potasında” eriyerek aralarındaki düşmanlığı yok edip “Kardeş” olmuşlardı. Evs ve Hazrecli bir grup sa­habe, bir mecliste samimi bir şekilde oturup muhabbet ederken, Müslümanlara karşı aşırı derecede hasedi bulunan ve katmerli bir kâfir olan Şas bin Kays adındaki yaşlı bir yahudi, yanlarından geçer. Cahiliye devrinde aralarında şiddetli düşmanlık ve husumet bulu­nan Evs ve Hazrec’in, İslam’dan sonra aralarındaki bu ülfet, yakınlık ve sevgiyi görünce kanı tepesine sıçrar ve “Bunlar böyle toplanıp kaynaştıkça, bize rahat ve huzur yok­tur” der. Bir yahudi delikanlısına gidip onların yanına oturmasını, onla­ra “Buas” gününü hatırlatmasını ve o gün söyledikleri şiirlerden bazı parça­lar okumasını emreder. Buas günü, Evs ve Hazrec kabilelerinin birbirle­riyle savaştığı ve Evs'in zaferi ile sonuçlandığı bir gündür.

Delikanlı, Şas b. Kays’ın dediklerini yapar, derken Evs ve Hazrec’in cahiliye dönemindeki duyguları depreşir ve aralarında münakaşa çıkar, taraflar birbirlerine karşı övünmeye ve birbirlerine kızmaya başlar. Bunun üzerine: “Haydi silâh başına! Silâh başına!” derler. Durum Rasûlullah’a (sav) intikal edince, Rasûlullah (sav) yanında bulunan Muhacir ve Ensar’dan bir grup ile onların bulunduğu yere gider ve şöyle der: “Ben aranızda iken Cahiliye davası mı güdüyorsunuz? Allah sizi İslam ile şereflendirerek cahiliye âdetlerinin kökünü kestikten ve sizi barıştırıp birleştirdikten sonra, hâlâ o davayı mı güdüyorsunuz?”

Bunu duyan Evs ve Hazrecliler, yaptıkları işin bir şeytan tuzağı ve düşman hilesi olduğunu anlar, silâhlarını bırakır ve ağ­layarak birbirlerini kucaklamaya başlarlar. Sonra Rasûlullah’ın em­rini dinleyip ona itaat ederek beraberce giderler. (Bak: Safvetü’t Tefâsir, M. Ali es-Sabunî, Trc. 1/409).

Bu olay üzerine şu ayet nazil olur: “Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir grubun sözünü dinlerseniz sizi imanınızdan vazgeçirip yeniden küfre döndürürler.” (3/Âli İmran:100).

Tarihî süreç içerisinde Yahudiler, Müslümanların güçlü dönemlerinde, zararsız mikroplar gibi durmuşlar. Ne zaman Müslümanlar zayıflamış, yenilmiş veya zaafa düşmüşse bunu fırsata dönüştürerek ya arkadan vurmuşlar veya fitne çıkarmışlardır. Müslümanların enerjilerini, birbirlerine düşürerek tüketmek suretiyle kendilerini güvende tutmuşlardır. Şas bin Kays’ın; “Bunlar böyle toplanıp kaynaştıkça, bize rahat ve huzur yok­tur” sözü manidardır ve tarih boyunca bütün gayretleri Müslümanları birbirine düşürerek kendi güvenlerini sağlamak olmuştur.

Belki “Müslümanlar da onların oyununa geliyorlar? Kafalarını kullanıp gelmesinler” sorusu akla gelebilir. Doğrudur. Müslümanlar, “Marka Müslümanlığından” kurtulup Kitab’ın kavline göre Müslüman olduklarında, firasetle ve İslam’ın sağladığı vahdet bilinciyle buna fırsat vermiyorlardı. Ne zaman ki birlikleri bozuldu, rüzgârları gitti ve zaafa düştüler, işte o zaman düşmanın oyununa gelmişlerdir. Yoksa kâfirlerin üstünlük sağlamaları, onların güçlü olduğundan değildir, Müslümanların dağınıklığındandır.

Geçen haftaki yazımda bahsettiğim, 1969’da bir yahudi tarafından Mescid-i Aksa’nın kundaklanarak büyük bir yangına sebep olduğu gün, dönemin İsrail Başbakanı Golda Meir’in : “O gece sabaha kadar korkudan uyuyamadım. Zannediyordum ki Müslümanlar dört bir taraftan İsrail’e girecekler. Fakat sabah oldu korkulan olmadı. İşte o zaman anladım ki BİZ DİLEDİĞİMİZİ YAPABİLİRİZ, ZİRA BU ÜMMET UYUYAN BİR ÜMMETTİR” sözü yerinde bir tespittir ve bizi çok düşündürmelidir.

Ne zaman ki Müslümanlar, birlik ve dirliklerini sağlayarak “UYUYAN ÜMMET” modundan çıkıp İslam’ın sağladığı görkeme kavuşarak Selahaddin-i Eyyubileşirlerse, kâfirlerin korkulu rüyası olur ve uykularını kaçırır, Müslümanlar aleyhine kurdukları oyunları başlarına çöker.

İşte bugün İsrail’in kazandığı güç, Müslümanların bu hâl-i pür melâlindendir. 1948 yılında Filistin topraklarına burnunu sokarak bağımsızlığını ilan eden İsrail, bugüne kadar izlediği yayılma politikaları ile Filistin topraklarının tamamına hâkim oldu. Siyonistler, ABD’nin bir önceki Başkanı Trump, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak ilan ettikten sonra da iyice şımararak azgınlaştı.

7 Ekimden beri yaptığı katliamlarla da Filistin’i haritadan silip arz-ı mevûda/vâdedilmiş topraklara ulaşma hayalini sürdürme peşindedir. Şu anda Filistin, açık hapishane durumundan çıkıp en vahşice yapılan saldırılarla “masum insanları katletme mezbahanesine” dönüştürülmüştür. Hem de “İnsan hakları Evrensel Beyannamesine” imza atmış sözüm ona medeni(!) dünyanın gözü önünde… Vicdanların köreltildiği böyle bir dünya, artık geleceğe dönük umut vermiyor.

Amerika’nın gayri meşru şımarık çocuğu İsrail devletinin eli kanlı idarecileri, bu mazlum topraklarda her türlü insanlık dışı uygulamayı ve devlet terörünü uygularken, parçalanmış, vehn hastalığına düşerek dünyevileşmiş, kardeşine karşı yapılan zulme duyarsızlaşmış bir İslam dünyası da uyuma modunda…

İşte Müslümanların bu dağınıklığı sürdükçe, Ortadoğu için atılan barış nutukları hep lafta kalacaktır. Ne zaman ki Müslümanlar vahdete ulaşır ve güçlenirse, işte o zaman Siyonistlerin ve haçlı sürülerinin korkulu rüyası olacaktır. Bu kefere sürüsü bunu bildikleri için, “Bunlar böyle toplanıp kaynaştıkça, bize rahat ve huzur yok­tur” diyerek Müslümanların bir araya gelmemesi için birbirine düşürmek amacıyla her türlü Bizans oyununu oynayacaklardır.

Dolayısıyla Ortadoğu’da barışın sağlanması, onlar açısından İsrail’in güvenliğini tehdittir. Öyleyse İsrail’in güvenliği için Ortadoğu’nun karıştırılması gerekmektedir. Bunu da çağdaş Şas bin Kays’lardan olan Netanyahu ve arkasındaki gayri meşru babası Amerika gayet güzel icra etmektedirler.

Rabbim bizi “Uyuyan Ümmet” olmaktan kurtarsın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Musab Seyithan Arşivi