Şenol Metin
Şenol Metin Üniversite kariyer ofisleri

Üniversite kariyer ofisleri

Yükseköğretim Kurulu arayış içinde. Gerek içerden gerekse Eğitim-Bir-Sen gibi paydaş STK’lar üzerinden gelen yoğun değişim talebini, anlamaya yapılandırmaya çalışıyor. Henüz nasıl bir değişim olması gerektiğine dair yol haritası olmasa da değişim gerekliliğini hissetmiş durumda.  30 Temmuz 2021’de YÖK Başkanlığına atanan Erol Özvar Hoca, üniversitelerle bölgesel toplantılar yaparak yol haritasını oluşturmaya çalışıyor. Ancak değişimin sadece iç dinamiklerle başarılamayacağı açık. İç dinamiklerin değişim için yeterli veri transfer edemeyeceği de açık.

YÖK 5 Kasım 2021’de ‘YÖK, 40 yaşına Yeni Vizyonu ile Giriyor.’ Başlığında bir açıklama ile ‘12 Eylül Mirası’ algısından rahatsızlığını hissettiren bir metin hazırlamış. Tek başına 12 Eylül ile hesaplaşabilmek bilmek bile değerli.

Ancak bugünkü yazımda üzerinde durmak istediğim husus üniversite istihdam ilişkisine dair Vizyonun bir başlık açması…

Bu başlıkta, ‘üniversitelerin ülkedeki istihdama sağlayacağı katkı, YÖK'ün üniversiteleri değerlendirmesinde önemli bir faktör olacak.’ denmiş. Ardından üniversitelerin istihdamı özel bir odak haline getirmeleri beklendiği ifade edilmiş. İş gücü piyasası ve kendi mezunlarının istihdamlarını izleyen yönetim anlayışının içselleştirilmesi istenmiş. Milli teknoloji hamlesi için ihtiyaç duyulan iş gücü profilinin belirlenmesi, bu ihtiyaca dönük yükseköğretim programlarında güncelleme yapılmasının düşünülmesini de fevkalade değerli buluyorum. 

İlkini 2015’te yaptığımız üniversitelerin mezun izleme birimleri kurmaları gerektiğine dair çağrımızın, YÖK’te makes bulmuş olması sevindirici. Yine 2018’den itibaren üniversitelerin kariyer ofisleri kurmalarının istenmesi önemli Ancak yükseköğretim programlarının, program içeriklerinin iş gücü piyasasının aradığı nitelikler arasındaki makas çok büyük. Bu makasın kapanması için üniversiteler güçlü kariyer birimleri kurmalıdır. Bu birim görev tanımlamasını 3 alanda yapmalıdır;

İlki reel sektör detaylı iş analizi yapıp bunu öğretim programlarına dönüştürecek öğretim programları birimi,

Bu birim aynı zamanda mezun izleme birimi ile etkileşim içinde mezunların yeniden eğitim ihtiyacını da giderecek program tasarımları yapmalıdır.

İkincisi mezunlarının istihdamını takip edip bu networku yeni mezunların istihdamında değerlendirecek mezun iletişim birimi,

Üçüncüsü ise sorun/proje pazarları düzenleyerek Üniversitenin Yüksek Lisans ve Doktora Programlarını sanayi ve hizmetler sektörünün AR-GE’si ve bilgi ihtiyacını gidermek üzerine yapılandırılmasıdır. Aynı zamanda bu birim, bölgesindeki start-up girişimciliğe danışmanlık hizmeti sunmalıdır.

​Üniversitelerimiz,

Yatay büyümeyi durdurarak, birbirinin kopyası üniversiteler yerine farklılaşmalı, öncelik alanlarına odaklanmalıdır.

Fakülteler de dahil olmak üzere Meslek Yüksek Okulları ve tüm üniversite programlarının işgücü piyasası ile uyumu sağlanmalı, bu amaçla iş gücü piyasasının talebi iş analizine dayalı olarak detaylandırılmalı ve programlanmalıdır.

İşlevselliği kalmayan, iş gücü piyasası ile bağları zayıflamış programlarda içerik düzenlemesi, dönüşümü hatta gerekiyorsa kapatılması da dahil olmak üzere nitelikli bir çalışma yürütülmelidir.

Üniversite Yüksek Lisans ve Doktora Programlarını akademisyen yetiştirmek üzere değil sanayi ve hizmetler sektörünün AR-GE’si ve bilgi ihtiyacını gidermek üzerine yapılandırmalıdır.

MYO öğretim programları 1 yılı teorik eğitim, 1 yılı da işletmede işbaşında eğitim olarak kurgulamalıdır.

Mühendislik programları başta olmak üzere uygun lisans programlarında da 3 yılı teorik eğitim, 1 yılı da işletmede işbaşı eğitim olarak planlanmalıdır. Hatta 5 dönem teorik, 3 dönem işletmede eğitim dahi düşünülmelidir. Bununla, reel sektörün iş gücü maliyetlerinin düşürülmesine katkı sunarken öğrencilerimiz de hayatın içinde bir eğitim alma şansını yakalayacaktır

Üniversite sayısı tartışmalarına dair;

Türkiye’nin 131’i Devlet olmak üzere 207 üniversitesi var. Bizim 4 katımız nüfusa sahip  ABD’de 6000’e yakın, Bizim yarımız kadar nüfusu olan İspanya’nın 1400, Arjantin’in 1700, Bizim ölçeğimizdeki Fransa’nın 1000, Almanya’nın 300 üniversitesi olduğunu değerlendirdiğimizde önemli olanın üniversite sayısı değil, üniversitenin ne anlam ifade ettiği, nasıl bir misyon üstlendiğidir.

1982’de az sayıda seçkin zümrenin yararlandığı elitist bir anlayışla sunulan yükseköğretim hizmeti, bugün isteyen herkesin erişebildiği kamu hizmetine dönüşmüştür. Yükseköğretimde başarı sıramız on yıllardır 20-25'li sıralar civarındadır. Akademisyen başına yayın ortalamalarımız da on yıllar boyu stabildir. Türkiye Bilimler Akademisi raporlarına yansıdığı üzere de Profesör unvanlı hocalarımızın akademik katkıları dünya üniversitelerinden farklı olarak Doktor Öğretim Üyeleri ve Doçentlere göre görece daha zayıf olsa da ekonomi büyüklüğünde sıramızın 17-20.sıralar olduğu düşündüğümüzde akademimizin dünya ligindeki sırasının makul olduğu söylenebilir.

Burada paradoksal olan husus, yükseköğretime ulaşılabilirlik noktasında destansı bir başarıya imza atan, her bir göstergede Dünya ortalamasından en az % 50 daha iyi durumdaki Türkiye, yükseköğretimin niteliği noktasında da benzer bir başarıya imza atabilir mi?

Bu mümkün,

Ama günü kurtaran çözümlerle değil.

Gelecek hafta stok bir sonuçla ‘Araştırma Üniversitesi Aday Üniversite’ statüsünü kaybeden Selçuk Üniversitesini, araştırma üniversitesi kriterleri ve stok sonuç bağlamında analiz edeceğim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şenol Metin Arşivi