Hakan Bahçeci
Hakan Bahçeci Ülkeden milletten yana

Ülkeden milletten yana

Ülke dediğim Malazgirt’le kapısı açılan, ruhu inanç, bedeni Anadolu toprakları… Millet dediğim vatanı namus bilmiş, ölüme şehadet demiş, bayrağı, kitabı kutsal saymış Türk Milleti…

    Şimdi hiçbir taraf hiçbir ön yargı ve yönlendirme içermeden kısa bir özet geçelim. Asra yaklaşıyor Türkiye Cumhuriyeti, kolay geçirmedi bunca on yılı. Kıtlık da gördü savaş da terörün en elim ve acımasız yüzünü de gördü doğal afetlerin ıstırabını da… Kavgalarımız da oldu sevinçlerimiz de… Gencecik çok fidan düştü toprağa, sırtımızdan hançerleyen de oldu, elimizden tutup çeken de…

Bir şehidin arkasından dökülen gözyaşı ile Naim Süleymanoğlu onca kiloyu kaldırıp göğsündeki Türk bayrağını öptüğünde dökülen gözyaşı aynı hissin dışa vurmasıydı. Mehter, Fetih Marşını çalarken kalpte coşanla İstiklal Marşı okunurken duyulan heyecan aynı ruhun çağlamasıydı. Duygular hüzünler ve titreyişler aynı kaynaktan coşup geliyordu.

Köklü bir geçmişten yüzyılların mirasından payımıza düşeni alarak istiklal mücadelesi veren ender milletlerden biriyiz. Yok olup gitmek de bir ihtimal olarak duruyordu lakin bu millet “var” olmanın imtihanını kendi evlatlarının yok oluşları karşılığında verdi.

Yok asla bir ütopyadan, hayali bir geçmişten bahsetmiyorum. Duygu sömürüsü ve heyecan pazarlaması ya da şanlı tarih edebiyatı yapmıyorum. İkna etmek, kandırmak, gözünü boyamak gibi bir niyetim zaten yok. Kaldı ki kolay ikna edilebilir bir millet olmadığımıza inanıyorum. Bu çaba bu dertlenmiş cümleler neden kuruluyor peki? Bu ülkeden bu milletten yana olmak ve orada sabit durabilmek mücadelesi olsa gerek bu…

Milletten yana olmak nasıl mümkündür ve “millet” dediğin o mefhumun bir ferdi de sen değil misindir? Ait olduğun bu ülke, bu topraklar, bu millet senden ne bekler, beklemeli midir? Tarihi bir sorumluluğun, bugüne ait bir mesuliyetin, yarına dair bir tahayyülün yok mudur? Daha basit soralım; Ey vatandaş, ey Türk evladı, ey yeni nesil tarafın ve duruşun ne yandadır ne yanadır?

Girizgâh kısmı uzun oldu farkındayım lakin sözün demi ancak çöküyor dilin ve gönlün demliğine. Mesele şu ki milletten yana değil de “kendinden yana” olanların sayısı pek çoğaldı be Aziz dostum. Şahsi çıkar ve kişisel ideolojiler ortak menfaat ve milli fikir ufkunu hapsetmiş değil mi sence de? “Ben” düşüncesi “biz” olabilme gücümüzü zaafa uğrattı, “biz” diyemeyince suçlu arayan parmaklarımız birbirimize döndü.

Yakın zamanda çok değil birkaç yıl önce bizzat millete kast edilmişti mesela. Bile isteye yok etmek, zayıf düşürmek, yok saymak öldürmek üstüne kurulmuş bir planın son adımı atılmıştı. On beş Temmuz’da ihanete uğrayan bu milletti. Durumun ne kadar vahim ne kadar gerçek olduğunu, ülkenin bir ateş çemberine düşmekten bu millet sayesinde kurtulduğunu bir türlü kabul etmek istemeyen, işi tavsatan yaklaşımlar “kim, kimden yana” sualini akla getirmiyor mu?

Verdiğimiz bu tek örneğin bile savrulmanın eğer ucu tutulmazsa nerelere varacağını gösterdiğini fark etmemiz gerek. Sosyal medyanın, sanal dünyaların, fazlaca politize olmuş platformların, içi boşaltılmış kavramların savaş ve kavga alanına dönüştüğü bir çağda mesnetsiz, bilgisiz, duyumlarla hareket eden, aslı astarı olamayan sataşma ve saldırıların kime yarar sağlayacağını iyi tespit etmek zorundayız.

Çıkmış sosyal medyada klavye başında sallıyor birisi, öteki güya cevap verme peşinde. O birisi “birini” sevmediği için ülkesinden ve milletten yana tavır koymuyor ya da koyamıyor, diğeri “birini” çok sevdiği için doğruyu ve hakkı teslim edemiyor. Hakikatin peşinde olmak yerine düşmanlığımızın, kıskançlığımızın, hırsımızın, çıkarımızın, yandaşımızın hesap ve kitabını yapıyoruz. Bu hesap ülkeden ve milletten yana olduğumuz anlamına gelmiyor.

 

           

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hakan Bahçeci Arşivi