TOPLUM TANRILAŞIYOR MU?
Bireysel yaşamdan uluslararası siyasete kadar her konuda evrensel öneri ve iddiaları olmasına karşın, İslamiyet daha çok kalplere hitap eden ve hükmeden bir dindir. Aşk ve merhamet boyutlarından uzaklaştırıldığı vakit adeta küsüp kenara çekilirmiş gibi diğer alanların hiçbirinde yeterince işlevsel olmaz.
Allah ister ki, insan aslî yaratılış amacına uygun olarak yalnızca kendisini sevsin ve gönlünü başkalarına kaptırıp kendisini aldatmasın. Kalbini hep kendisine, yani “gerçek ve ebedî sevgili”ye saklasın; korkması gereken yerde de yalnızca kendisinden korksun. Doğrusu biz aşkla sevdiğimiz birinden korkmaktan pek bir şey anlamayız. Dolayısıyla, buradaki “korku”dan kasıt, sevdiğini üzmekten ve kırmaktan çekinmek anlamındadır; ancak karşımızda bütün evreni elindeki misketle oynarcasına kolaylıkla yöneten korkunç bir fiziksel güç olduğunu da unutmayalım. Bu, zaman zaman hepimizi dehşete düşürebilir. Ne yazık ki, ölüm kapısının ardında bizi nasıl karşılayacağını bilmiyoruz.
Peki Allah’ımız bizden ne istiyor?
Sorumuzun yanıtını “Allah’ın Büyükelçisi” vermiştir: Evrenin Yüce Hükümdarı Allah’ı anlamak ve sevmek için çabalamak… O’nun istediği gibi yaşamak…
Eğer yeryüzüne “Güzelliklerin Elçisi” ve “Gerçeğin Efendisi” olarak Hz. Muhammed’i göndermemiş olsaydı, bugün bizden istediği şeyler konusunda söyleyeceğimiz her söz, gerçeğe hangi mesafede olduğu belli olmayan birer spekülasyondan ibaret olacaktı. O, kendisinden önce yüzyıllardır okunmadığı için tüm anlamını yitirmiş olan “evren”, “doğa”, “insan” ve “yaşam” adlı kitapları Yüce Sultan’ın aklıyla ve yüksek sesle bütün yeryüzü halkına hitaben okuyarak bizleri büyülü bir anlamlar yurdunun içinden geçirip Cennet’e uğurlarken arkamızdan şefkatle el sallamak için gönderilmiş biridir. Nitekim o, Rabb’ini ve kendisini aşkla seven hiç kimseye kayıtsız kalmaz, ölümün eşiğinde usulca yanına gelip onun elinden tutar ve Yüce Dost’a güvenle teslim eder. Ah! Nice büyük günahlar vardır ki, mü’min sahiplerini tıpkı meteorlar gibi muazzam ateş kütleleri halinde önlerine katıp cehenneme doğru savurmaktayken, yarı yolda Sevgilimiz Muhammed’in gittikçe genişleyen göğsüne çarparak söner gider.
Peki ya, bizden ne istemiyor?
Büyükelçi’nin yanıtı, yine açıktır: Bir “şirk unsuru” olarak O’nun yerine başkasını, örneğin toplumu, parayı, egoyu, makamı, şöhreti veya orgazmı koymamak…
Dikkatinizi çekiyorum! “Toplum”, içimizde kimi zaman adeta tanrılaşıyor. Her adımda “El alem ne der?” diye düşünüp ikide bir arkasına bakarak yaşayanlar, “şirk” içinde olmaktan korkmak zorundadır. Çünkü ağırlıklı olarak Allah’ı değil, toplumu memnun etmeye çalışıyor; Allah’tan çok toplumdan korkuyorlardır; oysa gerçek Müslümanlar hayatın her anına hükmetmeyen ve kendilerini cehenneme atıp azap etmeye muktedir olmayan hiçbir otorite karşısında eğilmezler, zillete düşmezler, dalkavukluk yapmazlar.
Öte yandan, bireylerin “toplumdan dışlanma” korkusunu basitçe bir kenara itmek insafsızlık olabilir. Çok iyi bilirler ki, Allah merhametlidir; oysa toplumun acıması yoktur. Allah affeder; ama toplum dışlar, tecrit eder, hatta kimi zaman linç eder…