Takiyye’mi ?
Geçmişten günümüze manası, içeriği ve yorumlanması değişse de etkisi devam eden bazı kavramlar var. Bunların arasında yer alan ve özellikle yaşanan son hadiselerle birlikte önemi bir kere daha ortaya çıkanı takiyyedir.
Anlamı örten, koruyan olan takiyye, Kuran’daki Nahl Suresinin 106 ayetinde geçen “Kalbi imanla dolu olduğu halde zorlanan kimse hariç inandıktan sonra, Allah’ ı inkar eden ve böylece göğsünü küfre açanlara Allah’tan gazap iner ve onlar için büyük bir azap vardır” bölümüne dayandırılır.
Ayetin inme sebebi olarak, ilk Müslümanlardan Yasir ailesine uygulanan işkence sırasında Hz Ammar’ın inkâr nedeniyle endişelenip Hz Peygambere durumu iletmesi gösterilir.
Peygamberimizde hadise karşısında “Münafıklar senden bir daha aynısı söylemeni isterlerse söyle” demiştir. Bu gerçek bize göstermektedir ki, takiyye müşrikler ve kafirlere uygulanan dini meselelerle alakalıdır.
İslam tarihinde ise her ne kadar bir mezhebe spesifik olduğu düşünülse de bugün cemaatler, gruplar, teşkilatlar içerisinde hatta bireysel olarak bile takiyye kullanılmaya başlanmıştır.
Kavramın bu denli etkin hale gelmesinde, dünyevi ve şahsi menfaatleri için zorlama yorumlarla kullanılmasının payı vardır. Özellikle siyasetin etkinliğinin artmasıyla beraber, “GÜÇ” konumunda bulunan kişiye göre pozisyon alanlar, davranış biçimlerini yine bu prensiple izah etmeye çalışmaktadırlar.
Sosyolojik ve toplumsal boyutu büyük bir ehemmiyet içeren takiyye konusu elbette ilmi bir konudur ve benim alanım dışındadır. Fakat bu halin pratik sonuçlarını, uzun vadedeki geri dönüşlerini ve etkisini görebilecek durumdayım.
Net olarak söylemek isterim ki, “GÜÇ ODAKLARI”nın değişmesi ile pozisyon değiştiren ve sadece kendileri tarafından bilinen ulvi değerlere hizmet amaçlı bu kullanım en hafif ifade ile güvensizliğe ve tedirginliğe neden olmaktadır.
Uzun yıllar Türk siyasetinde iktidar olmuş ve birçok dini teşkilatın desteğini almış, genel başkanlar dahi bu yöntemleri kullanmışlardır.
Aktardıklarıma uygun örneklemeyi tıp diliyle yapacak olursak, yaşananlar hafif bir gripte bile kanser muamelesi yapan ve vücudu terk eden sözde vücudun koruma hücrelerinin hastalık iyileşince, aslında biz hep buradaydık ama cildin yüzeyindeydik siz dışarıda zannettiniz demeleri gibidir.
Takiyye’nin çıkar hesaplarına uygun kullanılmasına karşın, Türk siyasetinde belki de ilk defa bir lider, ne düşünüyorsa neye inanıyorsa, ne hissediyorsa lafı dolandırmadan, kelime oyunlarına başvurmadan halkına ve dünyaya açık açık söylemiştir.
Onun bu tavrı bazı siyasetçileri, kimi ülke liderlerini rahatsız ediyor ve bu duruma karşı çıkıyorlar. Boyun eğmeyi, yanlışa doğru demeyi marifet sayanlar kendisinin siyaset dilini kullanmadığını söyleyerek, ülke çıkarlarına ters hareket ettiğini savunuyorlar.
Siyasette de , yönetimde de, günlük hayatta da bizlere nasıl davranmamız gerektiği asırlar öncesinden söylenmesine rağmen böylesi muhalif tavırları anlamak çok güç.
Hz Peygamberin, değerli sahabelerinin ve ehli beytin tavrı öylesine net ki. Dünyevi sebeplerle ve sadece taktiksel amaçlı takiyye’ye asla başvurmamışlardır.
Hatta onların doğru karşısındaki tutumlarının en güzel örneklerinden birisini peygamber torunu ve yaşatmıştır. Hz Hüseyin Efendimiz içinden buğuz ederek kalbi tamamen mutmain olarak Yezidin ve uşaklarının yanında eğilebilirdi. Lakin o böyle bir yola asla başvurmadı. Seyyid-i şüheda zulme boyun eğmedi. Takiyye yapıp daha sonra güçlenerek (?) tekrar harekete geçmeyi tercih etmedi.
Ona yakışan dik bir duruşla, kendisinin ki dahil onlarca canı feda ederek, “İdareyi maslahat”, “Yüce değerler için fedakarlık” gibi korkaklığın mazereti olan bahaneler üretmedi.
Şahadetinden bu yana ise onun tavrını ve hareketlerini örnek alan , kendisini rehber olarak kabul eden nice kişilerin kahramanlıklarına tarih tanıklık etmiştir.Şimdi sıra Mursi’dedir.
Peki biz hangi konumdayız?
Bizler bu soruya cevap ararken gerçekte çıkar hesaplı korkaklık sarmış her yanı. Mısır’da Müslümanlar öldürülüyor açık ve net bir şekilde zulüm altındalar, ses yok. Suriye’ de siviller katlediliyor, insanlar başka ülkelere kaçıyor, ses yok.
Tüm bunları tek bir neden etrafında toparladığımızda dünya Müslümanları arasında oluşan kutuplaşmanın tüm sıkıntıların kaynağı olduğunu söyleyebiliriz. Kimileri esen Arap Baharının kendilerini de vuracağını düşünüyor. Bir kısımsa olayı mezhepsel boyuta taşıyarak sanki inançsal ayrım varmışçasına sivil halkın hunharca katledildiği saldırılara susuyor. Bazı Müslüman Devletler ise her şey bir yana İsrail’i ve Batılı Devletleri kızdırmak korkusuyla sesini çıkarmıyor.
Dünya için ahretini gözden çıkartan Müslüman yöneticiler ve onların yaptığını kabullenip yaşayan halklar olduğu müddetçe kan ve gözyaşı eksik olmayacaktır.
Tüm bu yaptıkları tavırları “ince siyaset” olarak adlandıranların unuttuğu bir gerçek var. Açık ve net bir şekilde de belirtmek isterim ki maddesel sebeplerle ve Müslümanlara karşı takiyye yapılmaz. Böylesi hallerde gösterilen davranışı İslamiyet’le bağdaştıramazsınız. Çünkü korkak olmanın ve çıkarcı davranmanın dinde yeri yoktur.
Hayırlı İşlerinizde Başarılar Diliyorum.