Gökhan Kırlangıç
Gökhan Kırlangıç Siz de Mi ?

Siz de Mi ?

Bir anne çocuğuna oyuncak alırken, daha güvenilir olsun diye “markası bilindik” bir oyuncak seçer. Bir baba kumandanın pilini yine aynı gerekçeyle bilindik markadan seçer; daha güvenilir… Başka bir yerde, bir genç kız da, daha alışverişe hazırlanırken, neyi nereden alacağını kafasında kurar da yola çıkar. Hangi markanın ürünleri nerededir, biliyordur zaten. Yine başka bir yerde bir başkası da, “daha güvenilir” olduğu için, kasaptaki değil marketteki tavuklardan satın alır. Bütün bu tercihlerin özünde güvenirlik hissi vardır. “Sıradan” bir markanın “sıradan” bir ürününe daha az para verip, zararlarıyla başa çıkmaktansa, “bildik” bir markanın ürünlerini eve doldurmak, rahat uyku çekmek için yeterlidir.

Masumane “markaya güvenme” hissi, “marka düşkünlüğü”ne kadar varıyor ve insanı yiyip bitiriyor. İnsan bir kere marka düşkünü olmaya görsün. Bileğine geçireceği bir takı için servet ödemekten, giyeceği bir çift çorap için cüzdanı boşaltmaktan, boynuna doladığı kravata paha biçememekten bahsediyoruz. Yani bir insanın, yanında masum sayılabilecek “alışveriş canavarı” olmaktan daha da öteye geçip “marka düşkünü” olmasından... Adı üstünde sanki; düşkünlük. Bir hastalık gibi; insan vücuduna vitrinlerden ve konu komşudan bulaşan…

Markaya dayanan yaşam tarzı ile bulundukları konumu yücelteceklerine inananların “zengin kız-fakir oğlan sendromu” yaşadığını hiç düşünmüş müydünüz? Kendini giydiği ceketin pahasıyla kıyaslayan ve ancak kendi gibi pahalı kıyafetler giyenlerle muhatap olanlar, işin içine gönül meselesi karıştığında bile bu durumu görmezden gelemiyor. Senaristlere de, her seferinde bu durumu kanıksamamıza biraz daha yardım eden, yeni ve birbirinden acıklı senaryolar yazma imkanı doğuyor. Senaryo demişken… Son aylarda, televizyon dizilerinde gördüğümüz “şatafatlı hayat” öyküleri reytingleri yükseltmiş olmalı ki, sadece “zenginliği” öne çıkaran hikayeler anlatılıyor. Üstelik çoğunun hedef kitlesi kendi parasını kazanamayan lise gençliği!onu da hatirlatmış  olayım.

Ya Siz ?

Şimdi size gelelim. En son ne zaman bir şey satın aldığınızı düşünün. Aldığınız ürünün markasına dikkat edip etmediğinizi hatırlayın. Eğer o ürün ciddi anlamda bütçenizi sarsacak kadar pahalıya mal olan bir markaya sahipse, bu kez şu soruya cevap verin: “Aslında aynı kalitede başka bir markadan daha ucuza satın alabilir miydiniz?” Cevabınız “Evet”se, sizin de bir marka düşkünü olma ihtimaliniz ne yazık ki kapınızda kol geziyor. Hatta geç kalmış bile olabilirsiniz. Çayınızı tavşankanı demlemeye yetecek normal fiyattaki çaydanlık yerine, daha pahalısı şu an mutfağınızdaysa… Gerçekten geç kalmış olabilirsiniz.

Neyse ki çaresiz bir marka düşkünü olmak da, bu durumdan kurtulmak da insanın kendi elinde. Alışveriş sırasında büründüğü ruh halinin gidişatını fark edip bundan kurtulmak isteyenler psikolojik destek alarak yol kat edebilir. Tabi bunun için başvurdukları uzman da acaba “marka” mı olmalı? Yani işin yine başına dönüyoruz. Psikolojik destek verecek kişiyi seçerken, televizyon ekranlarında en çok gördükleri ve konuşmasına en çok takılıp kaldıkları bir uzman mı, yoksa başka referanslarla “gerçekten” çözüme ulaştıracağına inandığı başka uzman mı olmalı? Galiba marka düşkünlüğü, kendisinden kurtulmak istendiğinde bile nüksedebilen bir hastalık.

Kalın efendim sağlıcakla ...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gökhan Kırlangıç Arşivi