Senin Karşında Kim Var?
Bulunduğu yer, makam, mevki ve güçten ilhamla cesaret alanların meşhur sözüdür “senin karşında kim var biliyor musun” ifadesi. Kendinden menkul bir değer ve ağırlıkla değil sahip olduğu nüfuz, taşıdığı kimlik ve taşıdığı etiketle kendini kabul ettirebilme çabası… Bu cümle ile birlikte hem kendimize bir yer tayin ediyor hem de karşımızdakine güya yerini hatırlatmış oluyoruz. Bir nevi meydan okumak ama karşımızdakini ezerek ve küçümseyerek meydan okumak…
Güç aldığımız ve cesaret bulduğumuz şeylerin tamamı her ne kadar geçici ve fani olsa da bizde oluşturduğu özgüven coşkusu sarhoşluk verebilecek dozda. “Senin karşında kim var biliyor musun” çıkışması aynı zamanda tanınmak, bilinmek, hürmet ve tazim görmek için de bir yol. Karşımızdakinin daha kendimizi tanıtmadan, bizi bilip ona göre vaziyet almasını bekliyoruz.
Kendimizi ispat emenin derdine düşmüşüz. “Ben” etrafında dönen bir dünyanın bizi daha mutlu yapacağına olan inancımız esasen “bilerek kanmak” gibi bir durum. Ne kadar çok kişi beni tanır ve bilirse ve ne kadar çok takdir alır ve saygı görürsem o kadar yükseklerde ve o kadar güçlü olacağımı zannediyor olmam nereden bulaşmış olabilir?
Varlığımızın biliniyor olunması, hatırlanmak, takdir edilmek, bilinmek güzel şeyler; tadında ve kıvamında olursa. Varlığımızla değer kattığımız meclisler, sahip olduğumuz yeteneklerle kıymetlendirdiğimiz makamlar nihayetinde iyi ve güzel insan olmanın sebebidir. Velakin meydan okumayı had bildirmeyi yok sayıp ezmeyi daha çok tercih ediyoruz.
“Sen benim kim olduğumu biliyor musun” demekle “nasıl olur da bilmezsin” yaygarasını koparmış oluyoruz. Kendimizi ispat edememiş olmak, cümlenin karşıda bir tesir oluşturmaması hayallerimizi ve beklentimizi derinden sarsıyor. Geldiğimiz bu zamane çağda kurallar ve yasaklar, ilkeler ve prensipler, bahsini ettiğimiz meydan okuma ile tavsıyor ve zayıflıyor. Karşısında kim olduğunu bilen bir memur, bir hizmetli, bir ast, bir kapıcı, bir görevli “kapıları açmak” zorunda hissediyor kendini. Bunu gören bir başkası, neden bu soruyu soracak makamda olmadığına hayıflanıyor. Görevli görevinden memur işinden olmak istemiyor ve yerle yeksan oluyor ilkeler, prensipler, kurallar.
“Sen benim kim olduğumu bilmiyor musun” çıkışması karşısında çok sade ve basit bir karşı duruşla “bilmiyorum” yanıtı acaba nasıl bir sonuç doğuracak? Güvenip güç aldığımız makam, mevki, etiket, nüfuz… Tek bir cümle ile sıradanlaşmaya mahkûm. İltimas, göz yummak, görmezden gelmek… Bir toplumun en çok “güven” duygularını zedeliyor. Bu duygu körelmeye başladığı andan itibaren meydan okumalar, etiketin arkasına sığınmalar çoğalıyor.
Benim kim olduğumdan ziyade bizim kim olduğumuz daha mühim değil mi? Ama illa da diyorsan “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” Biliyorum, aciz bir ademoğlusun.