Hakan Çandır
Hakan Çandır O mu kibirli, sen mi komplekslisin?

O mu kibirli, sen mi komplekslisin?

Münakaşa denkler arasında olur!
Biri seninle münakaşaya girmiyorsa; 
Bil ki dengi değilsindir!

Kaldı ki, DENK olmayana DENKLİK verilirse;
Kendini NİMETTEN saymaya başlar...

Bu durum herkes için geçerli.
Önemli olan ise kişinin kendi DURUMUNUN FARKINDA olmasıdır...

FARKINDALIK insana HADDİNİ bilmesini sağlar...

Peki; yukarıdaki cümlelerde kibir veya ego söz konusu mudur?

Hayır değildir.

Bilakis öyle algılayanın KOMLEKSİDİR mevzu bahis olan...

Bu insanlık ne çektiyse, herkeste olabilecek ÖLÇÜLÜ ve KONTROLLÜ KOMPLEKSİN, bazılarında KARAKTERİSTİK bir özelliğe dönüşmesinden çekmiştir...

O sebeptendir insanın muhatabına, en kolay kaçış yolu olan KİBİR yaftasını yapıştırmak...

Oysaki kendisi KOMPLEKS çukurunda debelendiğinin farkında değildir...

Bütün MES'ELE de zaten KENDİNİN FARKINDA olup olmamaktır...

Mesela bu yönüyle en çok eleştirilen iki ŞAHSİYETİ değerlendirmemize alabiliriz; haddimiz olmayarak.

İsmet ÖZEL ve Dücane CÜNDİOĞLU.

En büyük hayallerimdendir; farklı kulvarların BİLGESİ olup da aynı ya da farklı özelliklere sahip bu iki insanı bir araya getirip, ortaya çıkacak fikir teatisinin, CERN patlamasına denk bir çakışmadan ve hatta çatışmadan çıkacak RAHMETE/HAKİKATE/HİKMETE talip olmak.  “Bu bahsi diğer burada bir dursun.”

Bu müşahhas kişiler KİBİR ABİDESİ olarak görülür bir takım insanlar tarafından. En çok eleştirilen tarafları da budur zaten. O sebeple olsa gerek daha mazruf eleştirisine gelmeden zarfta takılı kalır birçok insan. Bu eleştiriyi yapanların ekseriyeti, bu iki şahsiyetin ne dediğiyle pek ilgilenmezler, zira denileni anlamakta zorluk çektikleri ve anlamaya yönelik zahmete katlanmadıkları için de, direkt KİBİR yaftasını yapıştırırlar.

Örneğin kendisini takip etmeden duramadığım, yazılarını okumayınca kendimi MEZARLIKTA gibi hissettiğim İsmet Özel; katılmadığım birçok fikri olmasına rağmen, bilgi için emek harcayan, o bilgiyi bin bir zahmetle fikre dönüştüren ve sonra da onu ‘İlm’ olarak topluma sunan son derece DEĞERLİ bir ŞAHSİYETTİR, kanaatimce.

Öyle ki, zaman zaman toplu taşıma araçlarında kendisine denk geldiğimde, hakikat arayışında verdiği zorlu mücadelenin ağırlığı altında ezilmiş, yaşlı ve bilge bir çınar gibi hissettiriyordu her defasında kendini bana.

Kendisi anlaşılamamaktan muzdarip değildir ve fakat onu okuyan ve dinleyen yoğun bir kitle ‘ANLA/YA/MAMAKTAN MUZDARİPTİR’. İsmet Özel’in bu durumu sorun yapmadığı kanaatindeyim, zira anlamayanlara gösterdiği tavır ve davranışlar bunun en bariz delilidir.

Keza haklı olarak muhatabına, “ANLAMAK İSTİYORSAN BENİM SEVİYEME ÇIKMALISIN; BEN NEDEN SENİN SEVİYENE İNEREK KENDİMİ ALÇALTAYIM Kİ” demektedir mealen.

Haksız da sayılmaz bu yaklaşımından dolayı İsmet Özel; zira o, hayatını hakikat arayışına vakfedecek, kafa patlatacak, emek sarf edecek, bedel ödeyecek; sonra sen gelip, benim anlayacağım dilde konuşsun hadsizliğinde bulunarak hazıra konacaksın! Yok, öyle yağma ve nerede üç kuruşa beş köfte? Derler adama...

Sen de onun seviyesine çıkabilmek için lütfedip biraz kafa patlat, emek sarf et, ter akıt da, anlamaya çalış o üst perdeden gördüğün cümleleri ki, o üst seviyedir zaten bir cümleye DEĞER katan.

O yüzdendir Allah ayetinde:

KASAS Suresi

“Boş ve yararsız olan sözü işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve

‘Bizim yapıp ettiklerimiz bizim, sizin yapıp ettikleriniz sizindir;

Size selam olsun, biz cahilleri benimsemeyiz’ derler.”

Gelelim D. Cündioğlu’na;  aslında her iki şahsiyete de ortak yöneltilen suçlama KİBİR... Oysaki ben oldum olası hiç sezmedim/sezemedim ikisinde de bu kibri. Ya kibre yüklediğimiz anlam farklı ya da kompleksimin kontrolünü iyi yapabiliyorum!

Aslında birçok kişinin KİBİR kavramını da doğru anladığı kanaatinde değilim. Bu mes’ele Kur’an’da o kadar geniş ve farklı kavramlarla ifade edilmiş ki, nutkunuz tutulur, hayretiniz artar ve bu kavramın muhataplarına göre farklı anlamalara açılan kapılarının önünde kala kalırsınız ve adım atamaz olursunuz. İnsanlara kibir yaftasını yapıştırırken bin defa düşünürsünüz.

Dolayısıyla Kur’an, bizim anladığımız gibi basit ve yaftalama mantığıyla yaklaşmıyor mes’ele’ye; daha müstakil ve daha titiz bir çalışma ortaya koyuyor.

Örneğin; en tehlikelisi olan GURUR/l-ğarūru dur ki, MUTLAK manada ALDANMAYA işaret eder.

  • “meraHen” olarak karşımıza çıkar ki, Kur’an’da sadece üç yerde geçer ve bu duygu/hisleri taşıyan ve o yönde hareket eden birinin, göğü ve yeri delemeyeceğine vurgu yapılır.
  • “feḣūrin” şeklinde gelir ve altı yerde geçer; tamamı İNSANA KENDİ DURUMUNUN FARKINA VARMASINI VE HADDİNİ BİLMESİNE DAİR vurgular içerir.
  • “muḣtālin” sıfat olarak geldiğinde farklı, isim olarak geldiğinde farklı anlamlar içermektedir. Hatta fiil olarak geldiğinde “yuḣayyelu”/tahayyül yani hayal âlemine gidecek kadar geniş anlamlar içermektedir. Daha enteresan olanı, mecrur isim olarak “biḣaylike”  geldiği zaman ise tam anlamıyla şeytanın insanı aldatması esnasında kullandığı sebeplere/araçlara -ki burada atlar olarak geçer- gönderme yapar.
  • Gelelim KİBİR/MÜTEKEBBİR/TEKBİR/EKBER/EKÂBİR kavramlarına ki hemen hemen hepsi BÜYÜK/LENME anlamına gelmektedir ve gündelik yaşamımızda yerli yersiz insanı yaftalama konusunda çok rahat kullanılmaktadır. Oysa Allah’ın, bu kavramı kullandığı muhataplarına dikkat ederseniz hemen hemen hepsi İslam düşmanı İNKÂRCILARA yöneliktir. Bizim anladığımız manada kullanılan kibir ise yukarıda örneklerini verdiğim kavramlarla ortaya konulmaktadır. Asıl sorun da zaten bu noktadan itibaren başlamaktadır.

Hâlbuki Kur’an’da bu kavram, bizim insanlar için gelişi güzel kullandığımızın aksine çok daha farklı anlamlar çağrıştırmaktadır. Konu çok uzun olduğu içinde burada değinmek mes’ele’nin anlaşılması için yeterli olmayacaktır. O sebeple bu konuyu şimdilik burada noktalayalım ve Cündioğlu’na geri dönelim.

Geçenlerde bir arkadaş bahsediyordu, “ofluya pofluya bir tek şu cümleyi sarf etti” diye; Cündioğlu’ndan.

Ben de kendisine, “Adam, o cümleyi sarf edebilmek için zaten yıllarca sancı çekiyor ve o sancıdan dolayı ofluya pofluya çıkartıyor o cümleyi beyninin kılcallarından” demiştim ve bu yaklaşımla aslında kendinizi seviyenizi faş ediyorsunuz, diye de eklemiştim.

Öyle değil mi?

Madem anlamıyorsun, madem izahta zorlanıyorsun; ne diye karalamaya çabalıyorsun ki?!

‘İlgi alanımın dışında’ de ve geç. Kendini sıkma, germe, kasma bu kadar.

Kaldı ki her şeyi anlamak zorunda da değilsin. Sen git sıradan gündemlerle oyalanadur.

Çok mu kibirli oldu şimdi, kurduğum bu cümle?!

Valla nasıl anlarsanız anlayın çok da önemli değil; madem bu noktadan devam ediyoruz; o halde şunu da belirteyim de kibrim tavan yapsın bari!

1990’lı yılların ortalarında hem İbn-i Teymiye’yi hem de İbn-i Arabî’yi birlikte okur, kıt aklımla üzerinde kafa yorar ve muhataplarında kabul gören bu iki şahsiyetin çatıştığı düşüncesini anlamaya çabalardım. Daha o zamanlar bu iki müşahhas kişinin aslında çatışmadığını, bilakis çakıştığını ve hatta aynı maksadı gözettiklerini tespit etmiştim.

Yakın zamanda Dücane Cündioğlu’nun yanılmıyorsam buna benzer bir tespitini duyduğumda çok memnun olmuş ve fakat bu durumun kendi açımdan bir paye olmadığını bilecek kadar da kendimin farkındaydım. Sonuçta HAKİKAT ara ara, bu uğurda çile çeken, çaba gösteren, kafa patlatan her taliplisine kendisini ayan edebilir. İnanmıyorsanız deneyin ve görün; lakin mutlaka dert edinin bir mes’ele’yi.

Aslında ayette de bu durum açıkça belirtilmektedir:

 

FUSSİLET Suresi

“Âfakta (ufuklar - dışta) ve enfüslerinde (bilinçlerinde)işaretlerimizi onlara göstereceğiz,

tâ ki O`nun Hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun! Rabbinin her şeye şahit oluşu yetmez mi?

                                                                                                                                              

Yeter ki sen talip ol; çile çek; anlamaya, idrak etmeye çabala ve kafa patlat... Uzaklarda arama Hakikati:

 

YUSUF Suresi

 “Semâlarda ve arzda nice işaret var ki;

Onlar bunlardan yüz çevirerek üzerlerinden/yanlarından geçip giderler.”

 

Vel’hâsıl-ı Kelam; algılananın aksine ben hâlâ haddim olmayarak, Dücane Cündioğlu ve İsmet Özel’in bu toprakların DEĞERLİ MÜŞAHHAS BİLGELERİ olarak görmekte ve ikisini bir arada TAHAYYÜL/TEMMENNİ etmenin ızdırabını yaşamaktayım.

Vesselam.

"Sana biraz kendinden bahseder misin?!?
Kendini tanıtır mısın kendine?!?
Tanı ki kendini!
EZİYET etme hem kendine hem de bana..."

 

Blog adresim: kaanbilgekutadgu.blogspot.com.tr

https://twitter.com/kaanbilgekutadg

https://www.facebook.com/kaanbilgekutadgu

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hakan Çandır Arşivi