Neslinizi topluma ihale ederseniz, dizinizi döversiniz
İnsan kişiliğinin oluşmasında aile-okul-çevre üçlüsü etkilidir. Özellikle aile, birinci derecede önemli ve etkilidir. Çünkü çocuğun kişiliğinin üçte ikisi yedi yaşına kadar ailede oluşur. Geriye kalan üçte birlik kişilik gelişmesi de okul ve çevrede tamamlanır. Ailede güçlü bir eğitim verilerek sağlam bir kişilik inşası gerçekleşmemiş olan çocuğun geleceği, okul ve topluma ihale edilecek olursa faturası acı olur.
Biz olaya İslam perspektifinden ve Müslümanca bakmak zorundayız. Bu açıdan baktığımızda, amacı; “Demokratik, laik, Atatürk ilkelerine bağlı çağdaş bir nesil yetiştirmek” olan bir Milli eğitim sisteminden “Allah ve Rasûlünün ilkelerine bağlı, kula kulluktan uzak, bidat ve hurafeye bulanmamış, Ehl-i Sünnet çizgisinde bir Kur’an nesli” yetişmesini beklemek, akrepten bal yapmasını beklemek kadar beyhudedir. Yüzyıla yakındır bu eğitim sisteminin tezgahından geçen bu toplumun hâkim kısmı da seküler dünya görüşüne sahiptir. Cami cemaatinin azımsanamayacak kısmı bile laik-seküler kesimin ağzını kullanarak; “Din ayrı siyaset ayrı, din işlerini devlet işlerine karıştırmayalım. Senin ibadetine karışan mı var? Din yüce değerler sistemidir, onu siyasete karıştırmamak, devlet işlerine müdahil etmemek gerekir” diyerek ahkam keserler. Yani onlar da bu sistemin tosuncuklarının laik söylemlerini -bilerek veya bilmeyerek- dile getirip Allah’ı bazı işlerine karıştırırlar bazı işlerine karıştırmazlar.
Efendiler! Dünün şirki ilkel idi. Mekke müşrikleri elleriyle yaptıkları taştan, topraktan, tahtadan putlara taparlardı. Onlara “Allah” diye tapmazlardı ama onları Allah ile aralarına aracı kılarlardı (Bak: 39/Zümer:3). Bu tür şirk çeşidi tarihte kaldı. Bugünün şirki ilkeseldir. İlkelerle Allah hayattan tecrit edilmektedir. Laiklik bu ilkelerden biridir. Bu ilke “Değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez” kaydıyla anayasal güvence altındadır. Bu ilkeye göre “Din işi ayrı devlet işi ayrıdır. Parlamentoya, kışlaya, bakanlıklara ve devlete ait kamu alanlarına Allah’ı karıştıramazsınız.” Allah sadece camiye, özel hayata ve mezarlığa karışabilir. Yani laik-seküler inanç sistemine göre Allah hayatın birçok alanına müdahale edemez ancak çok az bir kısmına müdahale eder. İşte bunun adına çağdaş şirk denir. Böyle inanana da yani Allah’ı bazı işlerine karıştırıp bazı işlerine karıştırmayana da çağdaş müşrik denir. Tevhid ehli Mü’min ise Allah’ı her işine karıştırandır. Bunun ötesi yoktur. Bu böyle biline.
Yapılan araştırmada bugün üniversite gençliğinin yüzde yetmiş beşi laik-seküler dünya görüşüne inanmakta. Sadece yüzde yirmi beşi inandığı İslamî değerlere göre bir dünya istemektedir. Onlar da ya imalat hatasıdır veya sağlam bir aile eğitimi almış ve ailesinin kontrolündedir. Demek ki iktidarda kim olursa olsun laik sistem kendi neslini üretmektedir.
İşte neslinize sahip çıkmaz, ailede verilmesi gerekenleri vermez, sökülüp atılması gerekenleri zamanında söküp atmadan onların geleceğini okul ve topluma ihale ederseniz, fırtına biçmeyi beklemelisiniz. Çünkü toplum asit gibidir içine aldığını kendine çevirir. Bu konuda Merhum Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır eserinde; “Hepiniz, topluca/cemaat olarak Allah’ın ipine sarılın” (3/Âl-i İmran:103) ayetinin tefsirini yaparken şunları söyler: “Ben, kendi başıma, yalnızca dinimi imanımı koruyabilirim demek tehlikelidir. Kendi başına kalmak isteyen fertlerin, iman ve İslam üzere ahirete gidebilmesi şüphelidir. Fert, zorlama ve baskı altında her şeyini kaybedebilir. Toplum asit gibidir. Ferdi, kimliğinden sıyırıp kendine benzetir. Bundan kurtulmanın yolu, Müslümanların oluşumu içinde kalmaktır.” (Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, II/405).
Görülüyor ki kişilerin yaşadıkları çevrenin etkisi altında kalmaları gayet doğaldır. İslamî değerlerin yitirildiği ve beşerî ideolojilerin bağımlılarından oluşmuş bir çevrede yaşayanlar ve böyle bir ortam içinde dostluk bağı kuranlar, ciddi bir Müslüman olarak yaşayamazlar. Hayat rehberimiz olan Kur’an-ı Kerim, Mü’minlerin ancak gerçek Müslümanlarla kader birliği yapmalarını, samimi ilişkilerini onlarla sürdürmelerini şu şekilde öğütlemektedir:
“Sizin dostunuz/yardımcınız ancak Allah’tır, O’nun Peygamberi’dir, Allah’ın emirlerine boyun eğici olarak namazı dosdoğru kılan ve zekâtı veren Mü’minlerdir”. (5/Maide:55).
“Kim Allah’ı, Peygamberini ve inananları dost edinirse bilsin ki, şüphesiz Allah’tan/O’nun nizamından yana olanlar üstün gelir.” (5/Maide:56).
“Ey Mü’minler! Allah’a karşı gelmekten sakının, doğru olanlarla beraber olun.” (9/Tevbe: 119).
Mü’min olarak yaşamak, Müslüman olarak can vermek isteyen her fert, bu ilahî düsturların rehberliğinde çevre oluşturmak zorundadır. Eğer Müslümanlar bu ayetler ışığında yürümez, hayatlarının her safhasında gerçek Mü’minleri araştırmaz, sosyal, kültürel ve ekonomik münasebetlerini onlarla düzenlemezse, İslam nizamından en büyük tavizi vermiş, bu mukaddes düzeni yaşama aşk ve imkânını büyük ölçüde yitirmiş olurlar.
Yüce Peygamberimiz, bu gerçeğe şu hadisleriyle işaret buyurmuşlardır: “İnsan, dostunun dinindendir. Şu hâlde, sizden her biriniz, dost edineceği kimseye dikkat etsin.” (Riyazü’s Salihin Terc. 1/397)
İslam’a yâr olmayan çevrede ısrar etmek, bâtıla pirim vermek, şerre zemin hazırlamak, kendimizle beraber cemiyetimizi de maddi ve manevi felaketlerin eşiğine ve ilahî lanet gölgesi altına sokmak olur. Bu gerçeği açıklamak içindir ki, şanlı Peygamberimiz, tarihi bir örnekle bizleri şöylece uyarmaktadır:
“İsrail oğulları arasında bozulma şöyle başladı. Onlardan biri, günah işleyen diğer birine rastlar:
-Be adam! Allah’tan kork, yapmakta olduğun işi bırak. Zira o iş sana helal değildir, der.
Ertesi gün yine o adama aynı halde rastlar, tutumunu değiştirmediği halde o adamla yiyip içmekten ve onunla düşüp kalkmaktan çekinmezdi. Onlar böyle yapınca Allah kalplerini birbirine benzetti.” (Riyazü’s Salihin Terc. 1/398).
Bu hadis, toplumumuzda bâtıl yaşantıların ve değer yargılarının hükümran oluşunda, sömürü ve ahlaksızlığın giderek tabiileşmesinde; inançlarını, yaşantılarını ve ülkülerini kabul etmediğimiz kişilerle ciddi ilişkiler kurup sürdürmemizin ne derece büyük payı olduğunu açık bir şekilde yansıtmaktadır.
Bu konuda İmam Gazali şu tespitte bulunur: “Sürekli kâfirlerle oturup kalkanların, onlarla samimi dostluklar kuranların, zaman içerisinde kalpleri de onlara benzer.”
Öyleyse çevremizi gerçek Mü’minlerle kurma vazifemizi ciddiyetle yerine getirmediğimizde biz de bâtılla, ahlaksızlıkla, fert ve toplum haklarına tecavüzlerle şekillenmiş, sonucu elem ve ahiret azabı olan karanlık bir yaşantı içine sürükleniriz. Fakat o andaki pişmanlığımız fayda vermez. Kur’an-ı Kerim, inkârcı ve isyancı çevrelerin sebep olacağı elemli geleceği tablolaştırmakta ve azaba uğrayacakların pişmanlıklarını şöyle dile getirmektedir: “O gün zalim kimse, ellerini ısırıp şöyle der: Keşke Peygamberle beraber bir yol tutaydım. Vay başıma gelene; keşke filancayı dost edinmeseydim. Andolsun ki, beni, bana gelen Kur’an’dan o saptırdı.” (25/Furkan: 28-29).
İnsan, kendisini çevreleyen sosyal dokunun etkisi altındadır. İslam’ı yaşamakla sorumlu olan Mü’minler, çevrelerini de gerçek Mü’minlerden kurmakla sorumludurlar.
Onun içindir ki, çocuklarımızı çevreleyen arkadaş grupları da çok önemlidir. Bir çocuk ve genç için arkadaş, vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Çocuğumuzun arkadaş ilişkilerini denetlemeliyiz. Arkadaşı iyi seçilememiş çocuk, her türlü sürprizlere açıktır. Çocuğun iyi veya kötü davranışları, büyük ölçüde arkadaş çevresinde oluşur. Çocuk, davranışlarının ve alışkanlıklarının büyük bir kısmını arkadaşından öğrenir. Çocuğu denetlemeyen ve onların geleceğini okullara ve topluma ihale eden anne ve babalar, dizlerini dövmeye ve gözyaşı dökmeye mahkûm olur.
Sosyal kontrolün zor olduğu bir ortamdan kendini ve çocuklarını kurtarabilmek için gerekiyorsa oradan hicret edilmeli, çevre değiştirilmelidir.
Müslüman, kendini çevreleyen sosyal dokuyu Müslümanca örerken, İslamî değerlere yabancı olan insanlarla da İslam’ın güzelliklerini onlara ulaştırma sorumluluğundan dolayı, tebliğ ilişkisi içerisinde olacaktır. İslam’ı insanlara ulaştırma, İslam’la insan arasındaki engelleri kaldırma ameliyesine hiçbir anlayış engel değildir. Müslüman olmayanlarla dost olmak ayrı, onlarla beşerî münasebetler oluşturmak apayrı bir olgudur. Birbirine karıştırılmamalıdır.