Kürt’ten Evliya Olmaz -1
Büyük medeniyetlerin, köklü imparatorlukların başkenti olan Anadolu’muz tarihinde uzun yıllar bitmeyen acılara, dramlara ve gözyaşlarına da şahitlik etmiştir. Özellikle 1950’li yıllardan itibaren, kardeşin kardeşe düşman edildiği, demokrasinin kirletildiği, halkının mağdur ve mazlum olduğu dertler yaşamıştır.
Tüm sıkıntılar arasında son otuz yıldır en çok dikkat çekeni ise adında dahi uzlaşılamayan bir sorundur. Onu tanımlarken kimleri Kürt, kimileri Doğu kimileriyse terör problemi demiştir. İsmi farklı olarak söylense de bedeli tüm millete ödettirilmiştir. Bu ülkede neredeyse hiçbir gün geçmemiştir ki bir ananın evlat acısı gök kubbede yankılanmasın. Bir babanın, dul kalan bir eşin feryatları yürekleri dağlamasın.
Günümüzdeyse geçmiş acıları telafi edemeyecek ama yeni üzüntülerin oluşmasını da engelleyecek bir dönem içinde bulunuyoruz. Barış süreci adı verilen incecik bir çizgideyiz. Gizli ve derin güçlerin hiç durmaksızın bozmaya uğraştığı, korku saldığı, halkı tahrik ettiği ve her türlü provokasyonun yaşanma ihtimalinin olduğu zamandayız.
Muhakkak ki, serinkanlı davranmak, akılcı konuşmak ve geleceği düşünerek hareket etmek gerekmektedir. Artık geçmişimizle yüzleşme ve doğru yola baş koyabilme dönemidir.
Cesurca, kaçmadan, korkutmadan, inkar etmeden gerçeklerin irdelenmesi gerekmektedir. Yalnızca siyasilerimiz değil, toplumda yer etmiş vatanını ve ülkesini seven herkes üzerine düşeni yapmalıdır.Bende hem bölgenin bir ferdi hemde insana hizmete kendini adayan bir hekim ve aynı zamanda bir yönetici olarak tüm gerçeklerin net olarak ifade edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Laf kalabalığına girmeden, çarpıtmadan, toplumsal algılar, problemler ve yapılabilecekler dile getirilmelidir.
Zaten başımıza ne geldiyse yok saymaktan gelmedi mi?. Halbuki ülkenin Doğusu ve Batısı arasına set çekmek isteyenler, yıllardır ayrılık tohumları ekmeye çalışmışlar, milletimizi birbirine düşman etmek istemişlerdir. Ortak paydalar yerine farklı algılar oluşturmuşlardır.Her iki tarafın da olaya yalnızca kendi dünyasından, kendi bakış açısından yaklaşması amaçlanmıştır.Artık tüm hislerimizi, önyargılarımızı, düşüncelerimizi bir kenara bırakarak öncelikle zaman içinde oluşturulmuş genel kanıları irdelememiz gerekmektedir.
Şu ana kadar bir tarafı dinlediğimizde otuz bin insan şehit edilmiştir. Neredeyse her köyden, her şehirden, her kasabadan şehit verilmiştir. Gencecik evladını toprağa veren bir ailenin acılarını unutması mümkün değildir. Üstelik bu süreçte halktan gizli kalan noktalar olduğu örneğin bu işlerin müsebbibinin bırakılıp bırakılmayacağı, hatta Başbakan olacağı konuşulmaktadır. Özerklik iddiaları yer almakta, iş bölünecek miyiz sorusuna kadar götürülmektedir. Eğer bir kere taviz verilirse oluşturulacak tablonun bir kaosa yol açıp açmayacağı tartışılmaktadır.
Yine yıllardır birlikte yaşamışken hatta Kürtlerin bir Türk boyu olduğu söyleniyorken ne değişti de birden bire bu tür sorunlar gündeme getirildi diye bir merak algısı oluşturulmuştur.
Bu arada internette oldukça popüler olan Laz’dan Kürt’e mektupta da geçtiği gibi diğer etnik kimliklerin hiçbir isteği yokta, niye siz bu kadar çok dile getiriyorsunuz soruları sorulmaktadır. Bunların yanında Büyük Orta Doğu Projesiyle birlikte ileriki dönemlerde Kuzey Irak, İran ve Türkiye’nin doğusundan oluşan bir bölgede, Amerika’nın denetiminde bir Kürt Devletinin kurulacağı yönünde endişelerde var.
Bu korkulara ve meydana geleceği söylenen iddialara yeni senaryolarda eklenebilir. Süreçte adı geçen kişilere güvensizlik, akil insanlara güvensizlik, hükümete güvensizlik, karşı tarafa güvensizlik gibi nedenler sayılabilir.Tüm bu hissiyatlar oldukça ciddi mevzulardır ve büyük bir kesimi etkileyebilir.Madalyonu ters çevirdiğimizde yani diğer tarafa sorduğumuzda ise neredeyse yüzyılı aşkındır bir asimilasyon yapıldığı dile getirilmektedir.Doğu’da yaşayan insanların rahatlıkla dillerini kullanamadığı, özellikle 1980 anayasasıyla birlikte coğrafi yerlerin isimlerinin kasten değiştirildiği, Kürtçe isimlerin yasak edildiği, dilin gelişmesinin engellendiği söylenmektedir.
Batı’daki insanların komşu olarak dahi Kürtlerle yaşamak istemediği vurgulanmaktadır.
Yine Kürt kimliği nedeniyle insanların hukuklarının çiğnendiğini, boşaltılan köylerin, faili meçhullerin çok olduğu, koruculuk sistemiyle kardeşin kardeşe kırdırıldığı, derin güçlerin Hizbullah’ı kurarak yüzlerce günahsız insanın öldürüldüğü bu nedenle Türk toplumuna güvenilmeyeceği söylenmektedir.Geçmiş dönemde oluşan baskıların ileriki dönemlerde daha büyük zorlamalara dönüşebileceği yönünde kanaat oluşmuştur.Her iki tarafı dinlediğimizde değinilen konuların kabul edilebilir, tartışabilir ve sorun olarak irdelenebilir yanları olduğu görülmektedir.
Hatta bu ayrılıklar öyle bir noktaya gelmiştir ki, inanç noktasında dahi farklılık olduğunu savunanlar çıkmıştır. Bizzat bu konuyla alakalı kendi yaşadığım bir anekdotu örnek vermek istiyorum. Hekimlik yaptığım bir hastanede, fıtık nedeniyle gelen bir hastamın Sağlık Bakanlığında görev yapan kardeşi birlikte çalışırken bir söz söylemişti. Benim öz ve öz anne babadan Zaza olduğumu bilmiyordu. Şuan bile hatırladığımda üzüldüğüm cümlesi “Kürt’ten evliya olmaz” dı.
Şimdi bu denli büyük bir önyargı varken sorunun çok ciddi boyutlara ulaştığı aşikârdır ve çözmek oldukça zor olacaktır. Zaten Başbakanımızda yıllardır çözülmeyen- çözülemeyen, bir çok acı barındıran bu konuya baş koymuştur. Problemleri irdelemeden, çözüm sürecine geçmeden önce oluşturulan önyargıların kırılması gerekmiyor mu sizce? Çünkü büyük bir kesim sorunun bir tarafından tutmuş o yönde sürüklüyor.Halbuki tamamını göremedikten sonra parçayı bulmak ne işe yarar?.Artık tek yönlü düşünmenin vakti değildir. Hz. Mevlana’nında buyurduğu gibi “Dün dünde kaldı cancağızım. Bugün yeni şeyler söylemek lazım”
Her iki tarafın da haklılık payı olduğunu toplum olarak kabul etmeliyiz. Bunun içinde önce korkuları yıkalım diğerleri ardından gelecektir.
Nasipse gelecek yazım da mevcut problemlerin irdelenmesi olacak.
Hayırlı işlerinizde başarılar diliyorum.