Kişilik Ölünce Tamam Olur
Başımıza gelen olaylar karşısında takındığımız tavır bizim kimliğimiz ve kişiliğimiz hakkında önemli ipuçları taşır. Sabır ve hoşgörü sınırınız, öfkeniz, affınız, dik başlı ya da peşinen teslim olmanız ve dahası… Bu kadar da değil geliştirdiğiniz refleks, reddetme şekliniz, söyleminiz ve kendinizi sabitlediğiniz yeriniz… İnatlaşmakla kararlı olmak arasında fulü bir çizgi var. Çizginin ne tarafında olduğunuz sizi “siz” yapacaktır.
Bahsini ettiğimiz her bir vasıf kişiye has ve kişiye ait. Binaenaleyh dünyaya gözümüzü açtığımız andan itibaren sürekli ve durmadan devam eden bir karakter ve kişilik arayışında olduğumuz gerçek. Ağlayarak ulaşabildiğimiz şeyler de vardı küstüğümüz halde elde edemediğimiz şeyler de. Dün yanlış ve hatalı bulduğumuz kimi şeyler bugün sarsılmaz doğrularım olabiliyor. Yaşadığım her bir gün yeni ve farklı bir gün olarak cereyan ediyor.
Karakterim ve kişiliğim; yediklerim içtiklerimden başlayarak içinde bulunduğum aile ortamı, şehrim, sokağım, gördüklerim, aldığım eğitim ve daha birçok tesirle oluşup bende somutlaşıyor. Eskiler; kişiliği oturmamış, basit ve hafif davrananlar için “daha pişmesi gerek” derlermiş. Tecrübe de dahil buna, şimdilerde birikim deniyor.
“Huy” kavramını da kişilikle birlikte anmak gerek. Can çıkmadan huy çıkmaz mı gerçekten? Neden çevremizde birileri benim huyum bu deyip yaptığının arkasına saklanıyor? Terbiye ve eğitimle huy dediğimiz alışkanlıkların değişebileceğini öğrenmiş olmalıyız oysa.
Filhakika huy da alışkanlıklar da değişmeye ya da yenilenmeye müsait ve hatta buna mahkûm. On dört yaşında “babalık” makamına bakış açımızla “baba” olduğumuzdaki bakış açımız aynı olmayacaktır. Gençliğimizde tahammül edemediğimiz parlayıp esip gürlediğimiz bazı konuların yaş kemale erince o kadar da mühim olmadığını öğrenmiş olacağız.
Tam da bu noktada şu tespiti yapmak kaçınılmaz; “kemale ermek” dediğimiz yolun yaşanılarak görülen bir menzili olmadığı kesin. Tekâmül yolculuğu; yolda olduğumuzu bilmekle başlıyor. Kavgalarımdan öğreneceklerim de var acılarımdan da gençliğimin kazandırdıkları kadar kaybettirdikleri de olacak. Velhasıl her yeni vakıa her yeni tecrübe kişiliğime karakterime etki edecek.
Madem böyle, ilkem ne olmalı? Katı ve sabit fikirler yerine açık ve geliştirilebilir bir ufkun sahibi olmak misal… Acı veren, hüzünlendiren, içimizi burkan dayanılmaz olayların yaşanacağını bilinç düzeyinde tutmak, mutlak sınırlarda bir iyiliğin sürgit devam etmeyeceğinin idrakinde olmak. Velhasıl ölünceye dek bu yolculuk devam edecek. Şu ki öldükten sonra birileri inanarak ve samimiyetle “iyi bilirdik” desin.
Tüm bunların yanında sabitesi de olmalı insanın. Sağlam, derin ve muhkem dayanak noktaları. Terazimiz olmalı nefsimle beraber aklımı da karakterimi de tartıp ölçüsüne uymaktan korkmayacağım mihenk taşları. Bir adımım hep o noktada olmalı, tekâmül yolculuğumda huylarımı, alışkanlıklarımı, karakterimi, yeri ve zamanı gelince değiştirmem ve geliştirmem gerektiğini hatırlatan o noktayı iyi ve doğru tespit etmeliyim. Bunun tespitinde imanım, tarihim, kültürüm ve dinim rehberim olacaktır.