“Kindar” Müslümanlıktan “Dindar” Müslümanlığa
İnsan, melekle şeytan arasında hareket edebilme kıvamında yaratılmıştır. İyilik yapmaya da, kötülük işlemeye de kodlanmış bir varlıktır. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurur: “Nefse iyilik ve kötülüklerini ilham edene yemin ederim ki...” (91/Şems:8). Bundan dolayı insan, iyilikle kötülük, haramla helal arasında gelgitler yaparak yaşar. Kendinden hayır da şer de sadır olur. İçinde Musa da, firavun da gizlidir.
İnsanoğlu aynı zamanda hasetçi ve kindardır. Nefis tezkiyesi ve ruh terbiyesi eğitiminden geçmemiş olanlar başkasının elindekine göz dikerler. Onun elindeki nimetin kaybolmasını ve kendine verilmesini isterler. Başkalarının üstünlüklerini, özellikle kin duyduğu kişilerin elde ettikleri başarıları çekemezler.
Biz bu haset ve kindarlığı, siyasilerde de, sivil toplum örgütlerinde de ayan beyan görüyoruz. Şu siyasi arenaya bir bakın. Mesela Ahmet Davutoğlu… Kendisine değer verilip adam yerine konularak Başbakanlık makamına kadar yükseltilmiştir. Kendisine bu itibarı sağlayan Cumhurbaşkanı Sayın Tayyip Erdoğan ile ilgili, Başbakanlıktan ayrıldığı günlerin akabinde yapılan Ak Parti kongresinde şöyle diyordu:
“Cumhurbaşkanımızla kurduğum vefa ilişkisini son nefesime kadar sürdüreceğim. Hiç kimse benim ağzımdan, benim dilimden, benim zihnimden Cumhurbaşkanımız aleyhine tek bir söz duymadı, duymayacak (...) Nefsimi ayaklar altına alırım, bir faninin terk etmeyeceği düşünülen her makamı elimin tersiyle iterim ama asla bu kutlu hareketteki hiçbir dava arkadaşımın kalbini kırmam, dünya mazlumlarının tek umudu olan bu ak hareketin zarar görmesine, bu ak yürekli kadroların üzülmesine, ye'se düşmesine asla izin vermem (...) Dünyadaki mazlumların umudu olmuş Ak Parti’ye asla zarar vermeyi düşünmem. AK Parti dışında hiçbir siyasi harekette bulunmam. Bu davaya gönül verenleri üzmektense bütün makamları ayağımın altına alırım... AK Parti büyük bir davanın adıdır. Bu davaya ihanet ettiğimi görürseniz yüzüme tükürün…”
Bunları dedi demesine de şimdi geldiği hale bakın. Sıksan her tarafından Tayyip Beye kin ve nefret akıyor. Yani şimdi geldiği nokta -kendisinin de ifade ettiği gibi- tam yüzüne tükürülesi bir nokta... Sırf kuyruk acısından dolayı Tayyip Beye duyduğu haset, kin ve öfkeden dolayı “Bu davaya gönül verenleri üzmektense bütün makamları ayağımın altına alırım” demesine rağmen, bu milletin ona ancak rüyasında göstereceği Cumhurbaşkanlığı Yardımcılığına satılarak ezeli İslam düşmanı bir partiyi iktidara getirmek için gecesini gündüzüne katıyor. Durmadan içindeki firavunu şaha kaldırıyor.
Bebecan ve Abdullah Gül’ün nankörlükleri ve İslam düşmanı Kılıçtaroğlu’nun değirmenine su taşımaları da “dindar” Müslümanlıktan “kindar” Müslümanlığa evrilmeleri sonucudur.
Saadet’in yaşlı kurdu Temel ağa da, Saadet’ten ayrılıp AK partiyi kurdu diye, oldum olası Tayyip beye kinlidir ve başarılarını, haset ederek yok saymaktadır. Bu ihtiyar da kinini din edinenlerdendir.
Neresinden bakarsanız bakın, daha önceki inançları ve duruşları, Cumhur ittifakında yer almalarını gerektiren bu partiler ve siyasi kişilikler, sırf kinlerini “DİN” edindiklerinden ve hasetlerinden dolayı gidip açıkça teröre yandaşlık eden CHP gibi ezeli İslam ve millet düşmanı bir partinin kuyruğuna kısılıyorlar.
Aynı hastalıklı ruh halini dernek, vakıf ve diğer sivil toplum kuruluşlarında da görüyoruz. Bir vakıf, dernek veya bir STK’da yıllarca çalışmış, hizmet almış ve hizmet vermiş bir Müslüman, herhangi bir şekilde o kurumla ilişkisine son verilmiş, harcanmış veya uzaklaşmışsa zaman içerisinde karşılıklı olarak kin ve öfkeler havada uçuşmaktadır. Kaprisli yöneticiler, yetişmiş kalifiye insanları harcamayı karakter edinirler ve harcadıkça çoğalacaklarını sanırlar. Fakat harcanacakları çoğaltırlar da farkına varamazlar. Ya da farkına varırlar da, işlerine gelmez, kulaklarının üstüne yatarlar. Yetişmiş insanları harcayanlar, başında bulundukları yapılanmanın, ağaç misali budandıkça, gürbüz bir şekilde büyüyeceğini zannederler. İnsana, odun muamelesi yaparlar… Bu tür harcama, daha çok İslamî camiada sıkça başvurulan hastalıklı bir haldir.
“Can dostum, dava arkadaşım, gönüldaşım” diye yola çıktığınız insanlar, bir de bakmışınız ki yolun yarısında sizi satmış. Sizin birikiminiz, hizmet tecrübeniz, dava aşkınız onun için bir anlam ifade etmez. Bundan dolayı yolun güzel olması yetmiyor, yol arkadaşlarının da iyi, karakterli, kişiliği oturmuş, insan kıymeti bilenlerden olması gerekmektedir.
Kurum içerisinde bazı anlaşmazlıkların çıkması, ayrılıkların olması, nöbet değişiklerinin vuku bulması gayet normaldir. Fakat bunların derinleşerek kin ve öfke seline dönüşmesi anlaşılır bir şey değildir. Bir taraftan “İslam insanı” inşa ettiğini, bunu da Allah’ın rızasını gerçekleştirmek için yaptığını söyleyecek, diğer taraftan da, bir zamanlar beraber yol yürüdükleri, beraber hizmet ürettikleri, tasada ve kıvançta beraber oldukları Müslüman kardeşleri ile yüz yüze gelmek istemeyecek, onları düşman ilan edecek, her fırsatta onların aleyhine kin ve nefretlerini kusacak, telefonlarını engelleyecek, ortak mesaj grubundan çıkaracak, kara listeye alacak… Böyle bir “Müslüman” tanımını Kur’an sayfalarında bulamıyorsunuz. Necip Fazıl’ın ifadesiyle bunun adı “Marka Müslümanlığı”dır.
Yüce Allah, muttaki Müslümanların özelliğini sayarken şöyle buyurur: “Muttakiler öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah iyilik edenleri sever.” (3/Âl-i İmran:134)
“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel olan davranışla sav; o zaman bir de göreceksin ki seninle aranızda düşmanlık bulunan kimse kesinlikle sıcak bir dost oluvermiş!” (41/Fussılet:34).
“Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. KALPLERİMİZDE, İMAN EDENLERE KARŞI HİÇBİR KİN TUTTURMA! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok şefkatlisin, çok merhametlisin.” (59/Haşr:10).
Makamı, mevkii, serveti ve sosyal statüsü ne olursa olsun “Ben de Müslümanlardanım” deme şerefine eren her Mü’min kul, kendini Kur’an aynasına tutarak “Bu ayetler benim hayatıma ne zaman nazil olacak” sorusunu kendisine mutlaka sormalıdır. Çünkü bu ayetler yaşansın diye nazil olmuştur, Mushaf’ta kupkuru lafız olarak kalsın, ya da lafzı bir ölünün ruhuna okunsun diye değil… “Kur’an hayat kitabıdır” deyip de O’nun dediklerinin zıddını yaşamayı nasıl izah edebiliriz? Müslümanlar, deve kinli olamazlar, olmamalıdırlar. Unutmasını ve affetmesini öğrenmelidirler. Hakiki Müslüman iki şeyi unutur iki şeyi unutmaz:
Kendine yapılan kötülüğü ve kendisinin başkasına yaptığı iyiliği unutur.
Kendinin başkasına yaptığı kötülüğü ve başkasının kendine yaptığı iyiliği unutmaz.
O zaman, gelin “İddia sahibi” Müslümanlar olarak, “Sözde” Müslümanlıktan “Özde” Müslümanlığa; “Marka” Müslümanlığından “Kur’an ve O’nun ete-kemiğe bürünmüş şekli olan Muhammedî” Müslümanlığa, kısaca “Kindar” Müslümanlıktan “Dindar” Müslümanlığa geçişe karar verelim.
İslam’ı yedek akçe, Kur’an ayetlerini de “Hayat edinme” yerine, insanları söğüşleme garnitürü veya sosu olarak kullanarak “yok, biz bu halimizden memnunuz” diyen “Kindar” Müslümanlarla ilgili son sözümüz, Muhammed İkbal’in diliyle şu altın söz olacaktır; “KAÇ BU MÜSLÜMANLARDAN, SIĞIN MÜSLÜMANLIĞA.”