İslam Dünyası Üzerindeki Küresel Oyunlar
Tebük savaşı, Bizans’a karşı hicretin yedinci senesinde, Medine’deki meyvelerin olgunlaştığı ve sıcaklığın en yüksek derecede olduğu yaz mevsiminde yapıldı. Rasûlullah (s.a.v), daha önceki savaşları gizli tutarken, şiddetli sıcakta, uzak bir mesafede ve çetin bir yolculuktan sonra yapılacağı için -savaş hazırlıklarını daha iyi yapsınlar diye- ashaba savaş planını açıkladı. Münafıklar “Bu sıcakta savaşa gitmeyin” dediler. Allah da “De ki, cehennem ateşi daha sıcaktır. Keşke anlayabilselerdi” diyerek uyarmıştı. (Bak: 9/Tevbe:49).
Yalan mazeretler sıralayarak savaşa katılmayan münafıkların yanında, Ka’b b. Malik, Mürare b. Rebi ve Hilal b. Ümeyye gibi hiç mazeretleri olmadığı halde, nefislerine yenik düşerek katılmayan samimi üç müslüman da vardı. Ceza olarak bunlara elli gün sosyal boykot uygulandı. Yeryüzü olanca genişliğine rağmen onlara dar geldi. Sonunda Tevbe suresinin 117-118. ayetleri nazil oldu, onların tevbelerinin kabul edildiği ve affolundukları bildirildi. Ka’b b. Malik, “Ey Allah’ın Rasûlü! Beni doğruluk kurtardı. Bundan böyle doğru olmayan söz konuşmayacağım” diyerek doğrulukta sebat edeceğine söz vermişti. (Kâmil Miras, Tecrîd, X, 424 vd, Hadis No: 1659)
Ka’b b. Malik, Rasûlullah ve ashâb tarafından sosyal boykota tabi tutulduğu günlerde, bunu haber alan dış güçlerden, Bizans’ın etkisinde, Kuzey Arabistan’da Hıristiyan bir Arap devleti olan Gassan kralı, Ka’b’ı yücelten ve onurlandıran bir mektup gönderip ona eziyet eden ve onu yalnız bırakanlardan ayrılmasını ve kendi ülkesine gelmesini istemişti.
Buhari ve Müslim’in ittifakla naklettikleri olayı Ka’b şöyle anlatıyor: “Bir ara Medine çarşısında dolaşırken, Medine’ye yiyecek satmak için gelen Şamlı Nebatilerden birinin “Kim bana Ka’b b. Malik’i gösterebilir?” diye bağırdığını duydum. İnsanlar beni gösterdiler. Yanıma geldi ve Gassan kralından bana bir mektup verdi. Mektupta şöyle deniyordu: “Duyduğum kadarıyla senin arkadaşın sana eziyet ediyormuş. Hâlbuki sen bu duruma düşecek bir adam değilsin. Bize gel, sana yardımcı olalım.” Mektubu okuduğumda bunun da bir imtihan olduğunu düşündüm ve ocağa atıp yaktım. (Buhârî, Megâzî, 79; Müslim, Tevbe, 53)
Ka’b b. Malik’in samimi imanı, Gassan kralının teklifini kabul edip Rasûlullah’ın yönetimindeki İslam devletine karşı düşmanca tavırlar ortaya koymaya ve vatana ihanet suçu işleyerek casusluk yapmaya müsaade etmedi. Ama bu tür pozisyonları değerlendirerek fırsata dönüştüren İslam düşmanı ülkeler hep olagelmiştir.
İşte Batılı emperyal güçlerin, Türkiye’de suç işleyenlere ve pkk ve türevleri gibi bölücü örgütlere kendi yurtlarında kucak açmaları, beslemeleri ve Müslümanlara karşı kullanmaları, tarihî süreç içerisinde “tek millet olan ehli küfrün” ortak taktiğidir. Amerika’nın Fetö liderini malikânede koruma altına alışı, yandaşlarına kucak açarak Türkiye aleyhinde faaliyet yapmalarını desteklemesi, Almanya, Avusturya, Belçika gibi ülkelerin, pkk ve Fetö terör örgütü mensuplarını bağrına basması ve iade etmeyerek Türkiye’nin aleyhinde kullanmaları, bunun tipik örnekleridir. Sözde bunlar stratejik ortaktır. Genlerinde bulunan İslam’a kin ve nefretlerinden dolayı, stratejik ortaklıktan doğan bütün hakları bir tarafa koyup sinsi ve ikiyüzlü politikalar izleyerek, bize düşman olan yerli hainlere kucak açar, yardım eder, hem de yüzünüze baka baka yalan söyler ve “Siz bizim vazgeçemeyeceğimiz stratejik ortağımızsınız” derler, pişkince, utanmadan ve sizi enayi yerine koyarak…
Yüce Allah, onların Müslümanlara karşı iç dünyalarını şöyle deşifre ediyor:
“İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz… Sizinle karşılaştıklarında «İnandık» derler; kendi başlarına kaldıklarında da, size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: Kininizle geberin!... Eğer size bir iyilik dokunacak olsa bu onları üzer. Eğer başınıza bir kötülük gelse bu yüzden sevinirler.” (3/Âl-i İmran:119-120).
“Sen onların inanç sistemine uymadıkça, ne Yahudiler ne de Hıristiyanlar senden asla memnun olmayacaklardır.” (2/Bakara:120).
Genelde İslam âleminin, özelde Türkiye’nin kalkınması ve eski görkemli günlerine kavuşması, onları üzer ve müthiş rahatsız eder. Emir alan ve sömürülen bir İslam âleminin, kendi ayakları üzerinde durması ve dik duruşunu bozmadan, emperyalist egemen güçlere karşı “Dünya beşten büyüktür, bu meydanda bizler de varız” demesi, onların beyinlerine kurşun sıkmış gibi olur. Türkiye’nin dünyada bir güç olmasını hazmedemeyen ABD’nin “Rusya ve Çin’i bırakın Türkiye’yi durdurmaya bakın” diyerek Türkiye üzerinde oyunlar kurması ve Joe Bidon’ın “Muhalefete gerekli desteği vererek Erdoğan’ı devirmeliyiz” diye elinden geleni arkasına koymayıp eski Türkiye’yi tekrar dirilterek sömürü çarkını yeniden döndürmek istemesi boşuna değildi. Türkiye engeli ortadan kaldırılırsa, terörist İsrail devletinin “arzı mevûda” ulaşması kolaylaşacaktı. İran’ı da, Irak ve Suriye gibi parçaladıktan sonra sıra Türkiye’ye gelecektir. Evet, bu onların hesabıdır. Fakat hesapların üstünde hesap yapanın hesabı nedir? İşte bunu hesap edememektedirler. Güce tapanlar, hesap yaparlar ve tuzak kurarlar. Allah da onların tuzaklarını başlarına yıkar. Tabii biz maddi manevî tedbirlerimizi alıp yapacağımızı yaptıktan ve küfre karşı direnerek enerjimizi tükettikten sonra Allah’ın yardımı tecelli edecek ve tuzakları başlarına çökecektir.
“Hani, inkârcılar seni bağlayıp bir yere hapsetmek ya da öldürmek veya seni yurdundan çıkarmak için tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kurarken, Allah da karşı tuzak kuruyordu. Allah tuzağı boşa çıkaranların en güçlüsüdür.” (8/Enfal:30)
“Tuzak kurdular, Allah da onların tuzaklarını başlarına geçirdi. Allah tuzakları bozanların en hayırlısıdır.” (3/Âl-i İmran:54)
Bugün sömürgeci güçler varlıklarını, yer altı ve yerüstü zenginliklerini, sömürdükleri İslam âlemine borçludurlar. Batı medeniyetinin gerisinde yatan güç budur. 2008 yılında zamanın Fransa Cumhurbaşkanı Jack Shirak “Eğer Afrika olmasaydı, Fransa bugün bir üçüncü dünya ülkesiydi. Fransa’yı Fransa yapan Afrika’dır” derken Fransa’nın, dolayısıyla Avrupa’nın kalkınmışlığının arka planında Afrika ve Asya kıtası ülkelerinin sömürülmesi olduğu gerçeğini itiraf etmiş oluyordu. Sömürü hortumlarının kesilmemesi için bu emperyal güçler, yerli işbirlikçiler, kukla yönetimler ve icat ettikleri terör örgütleriyle bu işi götürürler. Bu konuda sağduyulu ve dünyayı net okuyabilen analistler, haklı olarak şu tespiti yapıyorlar; "Karşımızda şöyle bir dünya var artık: Küresel sistemin beyni İngilizler, sopası Amerikalılar, maşası pkk, el-Kaide ve Daeş gibi kukla örgütler, taşeronu İran, finansörü de Suud ve Körfez ülkeleridir."
Tarih hep tekerrür ede ede ilerlemektedir. Dün Bizans, Sasani ve Gassan ve benzeri emperyal ve küresel güçlerin, yerli işbirlikçi edinme ve onları kullanarak Müslüman diyarları vurma emelleri ne ise, bugünün Amerika ve Avrupa emperyal güçlerin de emelleri aynıdır. Zihniyet ve eylem aynıdır. Değişen sadece insanlar ve araçlardır. Dün, gelişmemiş ilkel metotlarla sömürü düzenleri hâkim kılınırken, bugün, gelişmiş teknolojiler kullanılarak sömürü emelleri gerçekleştiriliyor. Bu kuşatma ve adam satın alma tekliflerine Ka’b b. Malik duruşuyla karşı koymak zorundayız. 15 Temmuz bilinciyle de yurdumuza sahip çıkıp emperyalistlerin kinlerinden dolayı parmaklarını ısırtarak heveslerini kursaklarında bırakmalıyız.
Netice olarak deriz ki; İslam âlemi, büyük fotoğrafı net görüp değerlerine sahip çıkana kadar bu küresel oyun hep devam edecektir. Vakit, kısır çekişmelerle enerjilerimizi birbirimize karşı tüketme vakti değildir. “Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır.”
Bize, bizi “biz” yapan değerlerimize dönme şuuru ve küresel oyunları görme feraseti ver Allah’ım!