Musab Seyithan
Musab Seyithan İlkeler, Egolara Kurban Edilirse…

İlkeler, Egolara Kurban Edilirse…

            İnsanoğlu, hayrı da şerri de yaşayabilme kıvamında yaratılmıştır. Allah, genlerimize fücuru da, takvayı da kodlamıştır. (Bak: 91/Şems:8). Müslümanlar, inandıkları Kur’an ve Sünnet ilkelerine sahip çıkıp bu doğrultuda tahkim oldukları sürece, egolarına pirim vermeyeceklerdir. İslamla müşerref olan her mümin; düşmanlıklarını ve kan davalarını bir tarafa bırakıp mal, servet,  ırk, kabile, soy ve cinsiyet farklılığının üstünlük sebebi olmadığı bilincine ulaşacaktır. Bunlardan kaynaklanan kibir ve asabiyet taassubu gibi cahiliye değer yargılarını çöpe atarak “İslam kardeşliği” potasında eriyip, üstünlüğün sadece takvada olduğuna inanan bir ümmeti teşkil edeceklerdir.

            İşte günümüzde bunun hasretini çekiyoruz. Bugün, kendi değerlerine düşman, düşmanın değerlerine hayran bir nesil türemiştir. Emperyal güçler, halkı Müslüman ülkelerde kurmuş oldukları tuzaklarla, yerli işbirlikçileri de yanlarına alarak neslimizi çalmışlardır. Bizler, Milli liderler ve milli iktidarlar oluşturmak suretiyle siyonist/emperyalist tuzakları boşa çıkarmak zorundayız. Siyonist tuzaklar, sadece bugünün ürünü değildir. Medine İslam devleti kurulduğunda Evs ve Hazrec kabileleri arasında yüz yirmi yıldır süren kan davalarının, İslam’a girmeleriyle son bulduğu ilk günlerden beri bu tuzak vardır.

            Bunu şu tarihi olay tescillemektedir: Oldukça yaşlı ve eski tüfek bir Yahudi olan Şâs bin Kays, cahiliye döneminde inkârda şedit, Müslümanlara karşı da oldukça kindar ve hasetçiydi. Müslümanlara karşı aşırı kindar ve onları kesinlikle çekemeyen azılı bir kâfirdi. Medine’nin yerlisi olan ve Ensar diye adlandırılan Evs ve Hazrec kabilelerinden bir topluluğu, oturmuş sohbet ederlerken görür. Cahiliye dönemindeki düşmanlıklarından sonra Müslüman olmalarıyla aralarında meydana gelen birlik ve ülfeti görünce öfkelenmiştir. Şöyle mırıldanır: “Vallahi onlar böyle toplandığı sürece bize huzur yok.” Yanındaki yahudi gence: “Yanlarına git ve onlarla beraber otur. Onlara Buas gününü ve öncesini hatırlat. O gün ağızlarından düşürmedikleri bazı şiirleri onlara oku” dedi. Buas günü, Evs ve Hazrec’in birbiriyle savaştıkları ve Evslilerin zafer kazandığı gündür.

            Yahudi genç, denileni olduğu gibi yaptı. Bunun üzerine iki taraf arasında tartışma ve övünme başladı. Bir an için değerlerinden, İslam kardeşliği potasından uzaklaşarak cahiliye dönemindeki egolarına döndüler. Evs’ten, Evs b. Kayzî’nin, Hazrec’ten de Cebbâr b. Sahr’ın, dilerlerse hemen şimdi savaşı tekrar başlatabileceğini söylemesi üzerine her iki taraf da silahlanıp Harre’de buluşmaya karar verdiler. Evs’in adamları Evs’e, Hazrec’in adamları Hazrec’e katılarak; “Tekrarlıyoruz. Silahlara! Silahlara! Karşılaşma yeri karataşlı arazi” diyerek kalktılar. Bu durum Hz. Peygamber’e ulaştığında yanında muhacirlerle birlikte onlara geldi ve:

            “Ey Müslümanlar topluluğu! Allah’tan korkun! Allah sizi İslam’la şereflendirdikten, cahiliye işini ortadan kaldırdıktan ve sizi birleştirdikten sonra ve ben aranızda iken cahiliye davası mı güdüyorsunuz? Daha önce üzerinde olduğunuz küfre dönmeyi mi istiyorsunuz?” demiştir. Bunun üzerine taraflar bunun şeytanın bir dürtüsü ve düşmanlarının bir hilesi olduğunu anlamışlardı. Ellerindeki silahları atarak birbirlerinin boyunlarına sarılıp ağlamışlar ve Hz. Peygamber’le birlikte geriye dönmüşlerdi. Bunun üzerine Allah, Şâs b. Kays ve yaptıkları hakkında:

            “De ki! Ey Kitap ehli! Allah yaptıklarınızı görüp gözetirken niçin Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorsunuz? Ey Kitap ehli! Şahitler olduğunuz halde niçin inananları onda bir eğrilik olmasını isteyerek Allah yolundan engellemek istiyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.” (3/Âl-i İmran, 98-99).

             Evs b. Kayzî, Cebbâr b. Sahr ve kavimlerinden bu ikisinin yaptıklarına katılanlar hakkında da: “Ey iman edenler! Kitap verilenlerden bir fırkaya itaat ederseniz, imanınızdan sonra sizi küfre döndürürler. Size Allah’ın ayetleri okunup Rasûlü de aranızdayken nasıl olur da küfre düşersiniz? Her kim Allah’a bağlanırsa dosdoğru bir yola yönlendirilmiştir. Ey iman edenler! Allah’tan gereği gibi korkun ve ancak Müslümanlar olarak ölün. Hep birlikte sımsıkı Allah’ın ipine yapışın, parçalanmayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani birbirinize düşmanlar idiniz de Allah kalplerinizi ülfet ettirmişti. Böylelikle O’nun nimeti sayesinde kardeşler haline geldiniz. Ve sizler ateş çukurunun kenarındaydınız da oradan sizi kurtarmıştı...(3/Âl-i İmrân: 100-103) ayetlerini indirmiştir. (Bkz: Yusuf el-Karadavî, İhtilaflar Karşısında İslamî Tavır, Trc. Osman Arpaçukuru, İlke yay. 2. Baskı, S.42-44 ve Doç. Dr. Cahid Kara, Siyer Araştırmaları Dergisi, Sayı: 5, Ocak-Haziran 2019, s.49-50).

            Yahudi Şâs b. Kays, Hz. Peygamber’in ve müminlerin Medine’deki başarılı durumundan ve Bedir savaşını kazanmasından dolayı korku içinde olduğunu, ayrıca daha önce düşman olan Evs ve Hazrec’in dost iki kabile haline dönüşmesini kendileri için bir tehdit unsuru olarak görmüştür. Başta Siyonistler olmak üzere bütün İslam düşmanları Müslümanların başarısını kendileri için tehdit olarak görür, bu duruma üzülürler, Müslümanların zarar görmelerine de sevinirler. (Bak: Âl-i İmran:120). Ve onları zayıf düşürmek için de, aralarında fitne çıkararak egoları doğrultusunda hareket eden, kendi değerlerinden uzak, oyun kuranların değerlerine hayran olan bir nesil üretirler.

            Şâs bin Kays olayını bugüne uyarlarsak, Merhum Erbakan hocamızın; “Siyonizm bir timsaha benzer. Bu timsahın üst çenesi Amerika ise alt çenesi Avrupa Birliği'dir. Beyni Siyo­nizm, gövdesi ise işbirlikçilerdir” dediği gibi, ister okyanus ötesinde olsun, isterse Avrupa kıtasında “Avrupa Birliği” olarak yapılanan ülkeler olsun, bilumum kefere sürüsü, Müslümanların bulundukları ülkelerde güçlü olmalarını ve değerlerine bağlı kalmalarını istemez ve bu uğurda bütün istihbarat örgütlerini çalıştırırlar. Dolayısıyla Müslümanların birlik ve beraberliğini bozmak için ehl-i küfür cephesinde değişen bir şey yoktur. Hedef aynı, metotlar ise çağlara göre değişerek işlemektedir. 

   Ümmetin şu andaki perişan ve dağınık durumu ve egolarına yenik düşmesi, kıyamet gününe kadar bütün zamanlara, bütün mekânlara ve bütün hallere şamil, kaçınılmaz, daimî ve genel bir durum değildir. Şu zikredeceğimiz Kur’an ve Sünnet buyrukları hayata geçirildiği zaman ümmetin birlikteliği gerçekleşecektir:

 “Kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra ayrılığa düşerek dağılan ve ihtilaf edenler gibi olmayın. Ümmet birliğini bozanlar için kıyamet günü büyük bir azap vardır.” (3/Âl-i İmran:105)

Dinlerini parça parça edip kendileri de fırka fırka olan müşriklerden olmayın. Bunlardan her bir grup, kendi yanındaki ile övünüp sevinç duyar.(30/Rum:31-32)

Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız da gücünüz gider.(8/Enfal:46)

Şüphe yok ki, Allah, kendi yolunda, birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.” (61/Saf:4)

Ve işte sizin bu ümmetiniz, tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse benden korkup sakının.” (23/Mü’minûn:52)

Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yalnızlığa terk etmez, kim din kardeşinin bir ihtiyacını giderirse, Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümanın sıkıntısını giderirse, Allah da onun bir sıkıntısını giderir.” (Müslim, Birr, 58; Tirmizi, Hudut, 3).

Sizden biriniz, kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe gerçek manada iman etmiş olmaz.(Müslim, İman, 71).

Birbirinizle üstünlük yarışına girmeyin. Birbirinize haset etmeyin. Birbirinize kin beslemeyin. Birbirinize sırt çevirmeyin/dargın durmayın. Ey Allah’ın kulları kardeş olun!” (Müslim, Birr, 28).

            Bu buyruklardan anlaşılıyor ki, parçalanmışlık, ümmetin değişmez kaderi değildir. Çünkü bu talimatlara uyulduğu zaman ümmet, cahilî egolarından kurtulacak ve ayrılığa düşmeyecektir. Eğer, ayrılığa düşerek fırka fırka dağılmak genel, daimî ve kaçınılmaz bir kader olmuş olsaydı, bu emir ve yasaklar abes olurdu. Çünkü bu durumda ayet ve hadisler, gerçekleşmesi mümkün olmayan bir şeyi emretmiş ve kaçınılması da imkânsız olan bir şeyden men etmiş olacaktır. Bu da abestir. Allah ve Rasûlü de abesle iştigalden münezzehtir. Eğer parçalanmışlık/tefrika problemi çözülmüyorsa, sorun Müslümanlardadır, İslam’da değil. Teemmül oluna!!!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Musab Seyithan Arşivi