Hikâyeci
Çok ciddi bir insanlık adına değişimdeyiz. Bir yandan küreselleşen bir Dünya, internet sayesinde küresel bir kültür. Hızla yükselen teknoloji ve onla eş değer bir yükselişte olan yapay zekâ var.
Bir başka yandan teknoloji ve tıbbın gelişimine bağlı olarak aşırı kalabalıklaşan insan nüfusu.
Şehirlere sığmıyoruz…
Bütün GDO çalışmaları ve gıda-tarım politikaları yaklaşacak bir aşırı nüfus kaynaklı kıtlığı nasıl engelleriz diye yapıldı. Su arıtma projeleri yürütülüyor çünkü içilebilir suyun tükenmesi sıkıntısı var ve korkunç bir çöp yığınıyla başa çıkmalıyız.
Çocuklar artık daha farklı uyaranlara maruz kalıyorlar, sosyal medya her alanımızda… Kısacası beğensek de beğenmesek de eski Dünya artık yok.
Bu değişimin birçok etkisinin olması yanı sıra önemli bir küresel etkisi ise yeni bir insan formunun ortaya çıkması. İnsandan beklenen işini iyi yapması değil; stres ile başa çıkabilmesi, iletişim becerileri sağlaması, sorun çözme yetilerinin artmış olması, eleştirel düşünebilmesi, bilgi/medya okur-yazarlığına sahip olabilmesi, kendiliğinden öğrenme becerisinin olması, yaratıcı olması, ikna kabiliyetine sahip olması gibi… Bütün bu becerilere 21. yy becerileri deniyor. Hem işe alımda hem de buna bağlı olarak öğrencilerden ve insanlardan çok yüksek beklenti söz konusu.
Hatırlarsanız çok uzun zaman önce değil daha bir 10 yıl öncesine kadar beklenen beceriler Windows Office kullanması, 10 parmak klavye kullanabilmesi, internetten anlaması gibi şeylerdi. Şimdi herkesin bu becerilere sahip olduğu varsayılıyor ve daha fazlası bekleniyor…
***Sosyal medya hikâyesi
Temmuz ayında Meclis’ten geçen 7253 sayılı sosyal medya yasası gereği sosyal medya şirketlerinin Türkiye’ye temsilci atamaları gerekiyordu.
Yasa 1 Ekim itibarıyla yürürlüğe girerken Facebook, Instagram, Twitter, YouTube ve TikTok gibi şirketler Türkiye’de temsilci atamadı.
Bu sebepten ötürü 5 aşamalı yaptırım planının ilk aşaması devreye alındı ve şirketlere 10 milyon TL ceza kesildi.
Firmalar 30 gün içinde temsilci atamazsa ödeyecekleri ceza 30 milyon TL’ye ulaşacak.
Son 2 ABD seçimine facebook ve twitter nasıl etki yaptığı herkes tarafından biliniyor.
***Depremin acı hikâyesi
Elif bebek 65saat sonra, Ayda bebek 91 saat sonra depremden kurtarılınca ülkece mutlu olduk.
Medya, depremde yıkılan apartmanları adıyla hikâyesiyle duyurdu.
Bu yıl 3 büyük depremde 159 kayıp verdik. Depremi önleyecek bir teknoloji yok fakat tedbirler ile can kaybı olmayabilir.
Konya gibi düz bir ova olan şehirde %71 deprem riski olan bölge ise diğer şehirler ne durumda yakında belli olur.
Ülkemizde 3milyon stok ev varmış. Bunun 1.1milyonu İstanbul’da. Stok dahi olsa kullanılmayan ev hem ekonomik olarak hem deprem riski bakımından tehlikedir.
***Sonuç olarak;
Mimar Sinan, 500 yıl önce yaptığı eserler 92 cami, 52 mescit, 55 medrese, 7 darül-kurra (Kuran okuma yeri), 20 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa (hastane), 6 suyolu, 10 köprü, 20 kervansaray, 36 saray, 8 mahzen ve 48 de hamam olmak üzere 375 tane.
Asker yetiştiren Acemi Oğlanlar Ocağı‘na 22 yaşında alındı. Çaldıran Savaşı ve Mısır Seferlerinden sonra Yeniçeri Ocağı’na alındı. Mimar Sinan, Kanuni döneminde, 1521‘de katıldığı Belgrad, 1522‘deki Rodos seferlerinden sonra subaylığa yükseldi.
Süleymaniye Camii’nin inşası tamamlanmış, ibadete açılacağı gün ilan edilmişti gün gelince İstanbul’un her yanından insanlar bu eşsiz eserin açılışında bulunmak için şehrin bu noktasına akın etmişti. Herkes hayranlıkla bu mucizeyi seyrediyordu. Fakat bunlar arasında bulunan bir küçük çocuk, “Aaa şu minareye bakın nasıl eğri!” diye bağırıyordu. Herkes de bakıyordu ama bir kusur bir eğrilik göremiyordu kimseler. Çocuğun bu eğri lafı Mimar Sinan’a kadar ulaşmıştı. Koca mimar hemen çocuğu bulup, ona “Yavrum, hangi minare eğri göster bana” dedi. Çocuk da ” İşte şu diye minarelerden birini gösterdi. Mimar Sinan hemen adamlarını topladı. Uzun uzun halatları minareye bağlattı. ”Çekin yukarıya doğru!” diye çektirmeye başladı.
Çocuğa da , “Oğlum, bak bu minareyi doğrultuyorum, sen dikkat et, dosdoğru olunca haber ver” dedi.
Adamlar gerçekten düzeltiyormuş gibi çekiyorlardı. Çocuk bir süre sonra “Tamam minare doğru” diye bağırdı. İşçiler halatları çözüp işi bıraktılar. Başından beri olaya tanık olan ustalardan biri kafa kurcalayan soruyu Sinan’a iletti;
-Ulu mimarbaşımız, sen herkesten iyi biliyorsun ki, minarede eğrilik falan yok halde ne diye düzeltmeye kalkıştın?
Mimar Sinan’ın cevabı inceliğin, anlayışın, hoşgörünün simgesiydi.
-Ben bilmez miyim minarede eğrilik olmadığını… Ama çocuğun kafasındaki “eğri minare” intibaını da öylece bırakamazdım.
Bu yönteme başvurdum ki çocuğun kafasındaki “eğri” kanaati silinsin. Yoksa her yerde çocuk aklıyla minarenin eğri olduğunu söyler, sona gerçekten eğri olduğu şeklinde inanç yayılırdı.
Hikâyeniz olacaksa gerçek ve asırlar sonra bile anlatılacak olmalı.