Hakan Bahçeci
Hakan Bahçeci Gidilmez böyle sessizce

Gidilmez böyle sessizce

Gelişinle yüreğimize serpilen tohumlar tomurcuklanıp çiçek verdiler sessizce. Onlar serpilip büyüyünceye kadar kaç sabah güneşi doğdu üzerlerine, kaç bahar geçti, kaç zemheride üşüdüler, kar yağdı üzerlerine, yağmur vurdu dikenlerine. Sessizce olup bitti hepsi. Karlar sessizce yağdı, yağmurlar sessizce. Herkes fırtınadan bildi ürkütücü sesleri, oysa rüzgâr değildi ses eden, rüzgârın dokunmasına alışık olmayanlardı bağırıp çağıran.

Kendi kendime kaldığım zaman çıkarmışım en heyula gürültüleri sonradan fark ettim. Zihnimde yüzlerce “ben” oluyordu ve hiçbiri diğerini dinlemiyordu. Ben oluyordum avazı çıktığı kadar bağıran ve yine ben ispat edemiyordum kendimi. İçimde bir şehir yıkılıp gidiyordu ince bir uğultuyla, gürültü kopararak, oysa sessizdim bu uğultuya inat.

Senin gözlerin bu satırların üzerinde akıp giderken, dünyanın bir köşesinde ceylan kaçıyor olacak avcısından, bir şahin havalanacak yuvasından heybetiyle. Sen daha bitirmeden cümleni bir gül açacak sessizce, bir çocuk ağlayacak yutkunarak, bir anne içine atacak yalnızlığını ve çaresiz kalışını. Dünya dönmeye devam edecek yoldaşı ay ile birlikte, bir bomba düşecek kentin en kalabalık yerine ve babalar ölecek yiğitçe. Hepsi ama hepsi sessizce olacak.

Sessizce dökecek yaprağını çınarlar, koptuğu dala maşuk haliyle. Hicran düşecek bir şairin diline, türkü yakacak bir ozan, bir ıslık çalacak çoban uzaktaki yıldızına ve hiçbiri beyhude bir gürültü koparmayacak. Türkü bitecek, ıslık donacak, yaprak kuruyacak sessizce.

Dün uğradım eski bir ahbabın yanına. Selam ve sade iki kelam. Anladı Paşamın sükût halini, o dertlendi yine ben teselli ettim, bir şiir söyledim bir de çay. Sustuk, aynı hislerle sustuk. Ben ona senden bahsettim o bana benden. Çok konuştuk çok dertleştik ama tek kelime etmedik. Beraber susacağı insanlar da olmalı dedi o güzel insan, can olmalı canan olmalı. Sessizce çıktım kapıdan, biliyordum takip etti gözünü ayırmadan.

Sorma şu günlerde sessizce giden sen değilsin tek. Bir yavru kedi mesken tuttu kapımın önünü. Üşüyordu nitekim, soğuktu, ayazdı. Üşürdüm ben de bilirsin zayıftır bedenim. Aldım içeri, bana mı çektin hay kedi! Hiç ses etmedi hep sessizdi. Fakirhanemin ve sessizliğimin ortağı oldu. İki lokma ekmek iki yudum su içiyor gün boyu. Ne az ne fazla sonrası geçip karşıma uzun uzun, sessiz ve yalın olduğu gibi gözlerime bakıyor. Dün; kapıyı açtım dışarı çıktı, nasıl gelmişse sessizce öyle yürüdü gitti. Bekledim gün boyu, ekmeği hazır suyu hazırdı. Dönmedi o hep geldiği saatte. Böyle gidilmez dedim, böyle gelinmezdi ki dedi.

Gidişinin çıkardığı fırtınayı hiç göremeyeceksin. Bahçemdeki tüm karanfiller söküldü yerinden, tüm camları kırıldı pencerelerimin ve cam kırıkları doldu avuçlarım. Sığındığım limanı dinamitleyip üzerime yıktılar, sokağına çıkan tüm yolları ben kapattım sandılar.

Yalnızlığımın bir anlamı olacaksa derin bir mevzudur meselem. Senin sessizliğin ve sessizce gidişin bu mevzunun başrolünde değil mi zaten? Aslında hiçbir gidiş sessiz değildir olsa olsa sadece gidilen işitebilir

Sessizce açıyor çiçekler ve sessizce kuruyup gidiyor güller. Oysa bir gülün açılışı, ne büyük haykırıştır. Nitekim sessizdir her ölüm geride kalanların feryatlarına inat. Şanlı bir komutan şanlı bir fetihten sonra yalnız öleceğini bilmelidir. O yüzden midir aslanlar sessizce terk edilir.

  Ah be güzel kedi, böyle gidilmezdi sessizce.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hakan Bahçeci Arşivi