Hamza Kaynar
Hamza Kaynar Eğitimin İmtihanı: 15 TEMMUZ

Eğitimin İmtihanı: 15 TEMMUZ

Ülkenin en karanlık gecesiydi bizlerin şahit olduğu. Dedelerimiz, babalarımız darbe zamanlarını anlatırdı. Hikâye gibi… Anlattıkları zamanlar bizim çocukluğumuzdaydı. Birçoğu biz daha doğmadan olmuş. Dedim ya hikâye gibi.

15 Temmuz günü cenazemiz vardı. Babaannemi kaybetmiştik. Saat gece 10 sularında eşimi ve çocuğumu eve bırakıp cenaze evine geri dönmüştüm. Kapıdan adımımı atar atmaz darbe oldu dediler.

  • Şaka mı yapıyorsunuz?
  • Hadi oradan.
  • 2016 yılındayız ne darbesi?

Babaannemin acısı; vatanımı, toprağımı, ülkemi, bayrağımı düşündükçe git gide geri plana atılmaya başladı. Sadece benim için değil etrafımdaki herkesin tek gündem maddesi ülkemize, milletimize, geleceğimize kast eden “darbe” olmuştu. Oysa gündemimizi babaannemin geçirdiği günler oluşturmalıydı.

15 Temmuz günü öğlen 12 de geçtiğim adı sonradan değişecek olan Şehitler Köprüsü’nde hainler trafiği kesmişlerdi.Cenaze evindeki tüm gözler televizyona kilitlenmişti. Son dakika haberleri artarda geçmekteydi. Hala inanamıyordum…

Tüm evde tek bir soru dolanıyordu. “Cumhurbaşkanımız nerede?”

Her şey daha çok tazeydi. Gece 12’ye doğru artık eşimin ve çocuğumun yanına dönmek üzere cenaze evinden ayrılmak üzereydim. Tam o sırada babam elime bir kâğıt tutuşturdu. Babaannemin ölüm belgesiydi. “Oğlum al bunu, yarın askerler dışarı çıkmana izin vermezse bu belgeyi gösterirsin.” dedi. Daha önce tanklı tüfekli hiçbir askeri darbe görmeyen ben işte o anda hayatımın şokunu yaşamıştım. “Allah Kerim baba.”diyebildim yanından ayrılırken. Evime vardığımda eşim ve çocuğum diğer gün ülkenin bambaşka bir yer haline geleceğinden habersizce çoktan uyumuşlardı. Haber kanallarını takip etmeye devam ettim. Kalbim yerinden çıkarcasına hızla atıyordu. Öfke, endişe, korku, heyecan… Tam o sırada, halen düşündükçe içimi titreten, selalar okunmaya başladı. Konya’nın her yerinden geliyordu bu tılsımlı dua. Korku ve heyecan bir anda yerini güvene bırakmaya başlamıştı. Bir müddet sonra cumhurbaşkanımız televizyonlara bağlandı ve o tarihi konuşmayı yaptı. Halkını kendisiyle meydanlarda buluşmaya davet ediyordu. Tüm şehri korna sesleri inletmeye başladı. Halk başkanınınçağrısına kulak veriyor ve sokaklara akın ediyordu. Benliğimdeki öfke ise tüm vücudumu sarmaya devam ediyordu. Hepimiz o ana kadar FETÖ ile hükümet arasında bir savaş olduğunun farkındaydı. Ancak hiç birimiz, bu soysuzların kendi milletine silah doğrultacağını, doğrulttuğu silahı sıkıp kan akıtacağını tahmin etmiyorduk. Ancak halk öylesine bir tepki verdi ki, hayatları boyunca unutamayacakları bir tokat attı hem de tek bir kurşun dahi atmadan. Sokaklardaki gençler, yaşlılar, çocuklar… Belki de dünya tarihinde görülmemiş bir direniş gösterdiler o gece. Hele şehadet özlemiyle süs havuzunda abdest alan kardeşlerimizi hiç unutamıyorum.

İki Türkiye!

“Sahipsiz olan bir memleketin batması haktır, sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.”dizelerinde bizlere seslenen Mehmet Akif’in torunlarıydık o gün. “Girmeden nifak, millete düşman giremez, toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.” derken bugünlerimizi anlatmış. Nasıl bir milletiz ki, başına gelen zilleti alaşağı ederken onuruyla, duruşuyla, toplu vuran yürekleriyle tüm İslâm âlemine örnek oluyor. Tüm dualar Türkiye üzerinde birleşiyor. Son kale diyorlar bize. SON KALE. O gün için unutamadığım bir şey daha. Aziz belde Mekke’de kutsalımız Kâbe’denyapılan dua. “Allah’ım Türkiye’ye yardım et!”

Öfkeliyim dedim ya yazımın başında. Kızgınım işte. Birazda kırgınım.

Bir zamanlar hepimizin bir şekilde ortak noktası olduğu, masum yüzlü, pembe yanaklı şakirtlerin gün gelip bizlere silah doğrultacağını bilemedik. Bakmayın şimdi herkesin “benim onlarla hiçbir zaman irtibatım olmadı” diyerek onları reddettiğine. Zamanında hepimiz bulaştık işte. Dershanesine, okullarına öğrenci yolladık, gazetesini, dergisini aldık, alışveriş yaptık, abilerine ablalarına ya kendimiz gittik ya da çocuğumuzu gönderdik. Kimi zaman yanlış uygulamalarına göz yumduk. Bu grup hizmet(!) ediyor dedik sustuk. Yapılanı Allah rızası için sandık katlandık. Ancak öyle bir eğitimden geçirildiler ki onlarda yaptıklarını Allah rızası için yaptık sandılar. Asker, polis olmak için başörtülerini açtılar. İçkiler içtiler, balolara katıldılar. İsim yazdırarak okullara girdiler, memur oldular. Dava için her şeyi mubah gördüler. Sorgulamadılar. Bir taraftan ayetlere, hadislere uydular, diğer taraftan ayet ve hadisleri es geçerken bir şekilde dine uydurdular. Halka kurşun sıkmak bile gidilen yolda mubahtı. Öyle ki bu yolda ölürlerse şehit olacaklarına inanıyorlar.Binaları ele geçirmeye çalışırken suyu, üç yudumda, besmele çekerek ve oturarak içiyorlar. Sormazlar mı adama bu neyin kafası?

Bir yanda Peygamberimizin(s.a.v.) bir sünnetini eksiksiz şekilde yerine getiren, aynı anda katlettiği kişinin de cennete gideceğine inanmış, bunu davasının bir parçası olarak gören sapkın bir kafa yapısı var karşımızda. Buna Hasan Sabbah kafası da diyebilirsiniz, son nefesinde kelime-i şehadet getiren bir Müslümanın boğazını keserek cennete gideceğini düşünen bir DAEŞ kafası da.

İnsanların bu kafa yapısına getirilmesinde aldıkları eğitimin önemini anlamanızı istiyorum. Verilecek olan eğitimle; masum yüzlü, al yanaklı bir darbeci yetiştirebileceğiniz gibi, zalimlere engel olmak için süs havuzundan abdest alan, korkusuzca haksızlıklara karşı dimdik duran bir nesil yetiştirilebileceğini gördük.

15 Temmuzda verilen eğitim imtihanında başarısız olduk ey milletim. Uyanın artık. FETÖ okullarına çocuğunuzun başarısı için gönderdiniz, çocuklarınızı kaybettiniz. Abilerde, ablalarda çalışsın dediniz, beyinlerini yıkattınız. Lütfen çocuklarınızın eğitimiyle ilgilenin. Gönderdiğiniz okulla ilgilenin. Bir şey olmaz demeyin. Olan bizim geleceğimize, bizim gençlerimize oluyor.

“Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın.”

Ne Zaman Kazanırız?

Adına din diyerek, dinin kurallarını esnetmediğimiz zaman. 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hamza Kaynar Arşivi