Biriciksin Farkındasın
Senden bir tane daha yok. Avuç içi kadar bir alanda iki göz bir burun ve bir de ağzın; lakin bu kadar küçük bir yerde sadece sana has bir ifade, sana özel bir gülüş, seni sen yapan bir bakış var.
Varlığın yani ayaklarını bastığın yeri dolduran “sen” yüklü bir mana ve mefhum taşımakta… Doğduğun zaman da, öldüğün zaman da kıymetli ve en seçilmiş zamanlar. Hiç kimse sen gibi bakamaz hayata ve sen gibi düşünemez asla. Seni kendinden bile üstün kılan özel yönlerin var ve bu özellikler sadece seninle kıyas kabul eder.
“kendin olabilmek” dediğin olgunun öncelikle lüzumlu olduğuna olan inancın kendin olabilmeye yönlendirir seni. Farklı görünmeyi düşünüyor ya da kendin olmanın kıymetsiz olduğuna inanıyorsan kendinden farklı düşünüyorsun demektir ki bu da kendin olamamanın yoludur.
Başkalarının seni gördüğü şekil mi sensindir yoksa senin onlara göstermeyi başarabildiğin toplam varlığın mı? Aslında bu soruya cevap aramanın kendin olmakla pek ilişkisi yoktur. İkircikli bir tavır tutman ve ikiyüzlü olmayı başarabilmen yine senin kendinle ilgili bir durumdur. Buna rağmen, karşındakine göre renk değiştirerek kendin olabilmeye çalışıyorsan bu ancak karşındakinin anlayabildiği kadarla sınırlıdır.
Kendin olabilmek; seninle sınırlı, sonsuz bir özgürlüktür aslında. Yüreğine ve beynine verilen güçlü ve özel algılama farkı, fehmedebilmek, idrak seviyesine çıkabilmek, önce varlığına bir anlam katar. Bu anlam senin karar verebilme, tavır alabilme, tepki gösterebilmek gibi edaların anlamlı bir bütün oluşturmasına sebep olur. Bu bütün kendin olabilmenin yekûnunu teşkil eder.
Kendin olduğun zaman, karşındaki, tavrını sana göre belirlemek durumunda kalır. Bu noktada “her insanın kendisi olmalı değil mi?” sorusu akla gelir bil mukabil karşımızdaki kendisi olabilmişse zaten bizim istediğimiz bir duruş sergileyecektir. Bu da toplumun kendisi olabilmeyi becerdiği anlamına gelir. “millet” dediğimiz muhkem yapının bu şekilde oluştuğu da bir başka gerçektir.
Kendin olabilmek belki hiçbir çaba da gerektirmez. Nitekim ne doğacağımız zamanı ne öleceğimiz zamanı biz takdir ederiz. Babamızı seçemeyeceğimiz gibi annemiz de bizi doğurduğunda annemizdir zaten. Üstüne üstlük neredeyse hayatımızın üçte ikisini başkalarının himayesi altında geçirmek durumunda kalmışızdır. Tüm bunlar kendimiz olabilmeye engel değildir, tam tersine kendimiz olabilme yolunda güçlü ipuçları taşırlar. Annemizden “anne” babamızdan “baba” olmanın ipuçlarını ve modellemesini onlardan öğreniriz.
Kendin olmak, kararlarını kendin verebilmek olduğu kadar “kendince” karar verebilmeyi ve bilinç seviyesinde karara giden yolda kalabilmeyi gerektirir. Doğrular kendince belirlenmeli ancak pervasızca olmamalıdır. Hissettiklerini yaşayabilmeli ancak karşındakinin de kendisi olmaya çabaladığını unutmamalısın. Nitekim inançların, değerlerin, yüreğin, geçmişin velhasıl senin üzerinde hakları olan yekûn, kendin olmaya gayret ederken gözden kaçırmayacağın birikimindir.
Kendin olduğun zaman, aramana, aranmana ihtiyaç duymazsın, renklere ve günlere göre şekil değiştirmez, bakan göze göre boyutlanmazsın. Dış dünyaya göre değil kendine göre kendin olursun. Şahsiyet, karakter, kişilik, kendin olabildiğin zaman seninle bütün olur. Temel insani değerler, inanç, yüksek idealler biricik olan seni cevherden hazineye dönüştürecek yoldaşındır.