Bırakın yapsınlar değil
Bize mi öyle geliyor yoksa gerçekten durum böyle mi? Son zamanlarda ayyuka çıkan ve gittikçe çoğalacağa benzeyen etik ve ahlaki yozlaşmadan bahsediyorum. Kutsalları hiçe sayan, teşhirciliği ve müstehcenliği sıradanlaştıran, ailenin yapısını kökten sarsan eylemler, söylemler ve kabuller bireysel olmaktan çoktan çıktı.
Ahlak, hangi toplumda olursa olsun güçlü ve vazgeçilmez bir mayadır. Bilerek, isteyerek ve kasıt olmadıktan sonra hemen herkes inanç ve sosyal temelli “ahlak” kurallarını tasvip eder ve korur. Nitekim yazılı olmasa da bu kurallar sayesinde kişi kendini, aklını, ailesini muhafaza ettiğini bilir.
Modern çağla birlikte hemen her sınır silikleşti, tavsadı, zayıfladı ve daha ötesi sorgulanıp gereksiz sayıldı. “Bırakın yapsınlar, ne var bunda, canı istemiş, sen dönüp bakma, takılma, gençtir, özgürdür” ve buna benzer yaklaşımlar sınırsız ve kaygısız, ilkesiz ve kuralsız eylemlerin mazereti haline geldi.
Toplum üyelerini bir arada tutan, huzur ortamını sağlayan toplumsal etik ve ahlak kuralları, kaynak olarak farklı inanışları ve felsefi yaklaşımları esas alsa da temelde aynı kaygıyı taşır. Asgari düzeyde insanı insan yapan değerlerin korunması ve “normal şartlarda” duyulunca kerih görülen şeylerin en aza indirilmesi…
Hemen her toplumda beklenen ve arzu edilen bu mekanizma, insanlık tarihinin her döneminde şiddetle savunulmuş ve ihtiyaç duyulmuştur.
Bizde “ele güne karşı ayıp olur” şeklinde formüle edilen yaklaşım sözle ifade edilen lakin yazılı birçok kanun ve kuraldan daha tesirli bir sistem kurmuştur. Tam da burada “el ve gün” diyerek konuşma dilimize geçen ve eskimez yazıda “devlet ve millet” kavramlarının karşılığı olarak kullanılan bu ifade “el de umurumda değil, gün de” diyerek değişmiş durumda.
Aile; toplumun ahlaki yozlaşmasının önüne geçecek en önemli müessese. Annelik bu müessesenin temel direği. Kadın ve annelik üzerinden girişilen her türlü dezenformasyon pimi çekilmiş birer el bombası olarak aramıza atılmış durumda ve bu bombalar vakti geldikçe patlıyor, her patlama sınırlarımızı, düşüncelerimizi, muhafaza altına aldığımız çocuklarımızı biraz daha incitiyor.
Sosyal medyanın saniyelerle gösterdiği ucu bucağı, sınırı kuralı olmayan paylaşımların bu bombalamada payı tahminimizden çok büyük.
Teşhirciliğin, müstehcenliğin pervasızca yayılması ve hatta teşvik edilmesi ne ile izah edilecek? Cinsiyetsiz bir gençlik arzusu taşıyanlara aileden bahsetmek zaten zor görünüyor. İnancı hiçe sayan, metafizik bir dünyadan habersiz, derinliği olmayan gündelik telaşelerle meşgul, sorumluluk almak yerine geçiştiren, evliliği hor görüp daha küçük yaşta flörte başlayan bir gençlik geliyor mu, geldi mi, yoksa çoktan o çizgiyi geçtik mi? Ümidimiz; tehlikeyi gören büyüklerimizin, medya patronlarının, sosyal medya fenomenlerinin, senaristlerin, eğitimcilerin hassasiyet göstermesi ve dertlenmeleri… Acıyarak gülümseyip, “yanlış yerden ümitleniyorsun” mu diyorsunuz, eğer öyleyse…