Ben de sorumluyum sen de evet o da
Bir hekim görevi başında hem de kocaman bir hastanede yine başka bir hastanede görevli güvenlik personeli tarafından silahla vurulup katlediliyor. Nereden baksan elim ve kahredici, nereden baksan ürpertici ve şok edici…
Ölüp giden bir can, bir baba, bir evlat, bir hekim, bir dost, bir insan… Haksız yere birinin canına kast etmek inancımız gereği tüm insanlığa kastetmekle müsavi. İnsanı yaşatmanın kıymetini ve gereğini en çok bizim bilmemiz icap ederdi.
Meşum ve melun olay duyulduktan sonra hemen herkes tarifi zor hislerin hücumuna uğradı. Neden oldu, nasıl oldu, engellenemez miydi, silah oraya nasıl girdi, kimdi, kimin nesiydi… Sonrası kahredici ve üzüntü verici o tespitler; bir doktor kolay yetişmiyor, uzun yıllar, bir gençlik feda ediliyor, onu okutan anne baba, öğretmenleri, okulu, o imkânı sağlayan kurum ve kuruluşlar, onca emek, uykusuz geçen geceler… Ve sonra sorgulamalar; kim sorumlu?
Kim sorumlu ve bu sorumlular ne yapmalı? Bu mevzu üzerinden okumaya kalkışınca insani ve vicdani hassasiyetimizi kaybetmek içten bile değil. Velhasıl silahın doğrulduğu kişi bir insan, olayın şekli her haliyle kahredici. Olayı gerçekleştirene sorabileceğimiz tüm sorular ve cevaplar da havada kalacak çünkü o da intihar etti. Bu noktada şu suali sormadan geçemeyeceğim; ölümü göze almış bir cani için hangi ceza caydırıcı olabilirdi?
Meselenin birçok yönü ve boyutu var. Olayı duyan herkes belki de haklı olarak kendi penceresinden ve kendi dünyasına atıfta bulunarak yaklaştı olaya. Elbette temelde üzüntü ve derin bir öfke vardı. Parmaklarımız ona ve ötekine yöneldi, ilk akla gelen de bu zaten. Ya sonra; benden başlayarak toplumun her kesiminden “biz” yani bu toplumun kendisi sorumlu değil mi?
Bu öfke haline ve cinnet derecesine nasıl gelir insan, yok cinnet hali değil de bilinç halinde bu eylem hayata geçmişse daha vahim ve elim. Bu raddeye nasıl gelir insan, nasıl bir ruh halinde karar verir buna, hangi güç aklı ve vicdanı yok eder?
Kendime sorarak başlıyorum; çevreme, öğrencilerime, evlatlarıma sevgiyi, merhameti, hoşgörüyü, sabrı, hak ve hakikati öğretirken, aşılarken, gösterirken nasıl davranmalıydım? Kadere rıza göstermenin, iyiliğin kötülükten büyük ve güçlü olduğunu nasıl öğretmeliydim?
Israrla ve şiddetle ahlaki çöküntünün zararlarından bahis açıyor birileri, vicdani hassasiyetimizi kaybettiğimizi söylüyor vicdan sahipleri. Daha çok yakın bir mazide yazmışım; Çevremizde yumruğu sıkılı, her an patlamaya hazır, haklı kimdir bakmaksızın kendini haklı çıkarmanın derdinde olan insanlar yok mu? Söze yol vermeden, gönül kelamı ile konuşmadan vurup kırmaya, yıkıp dökmeye hazır insan sayısı ne kadar da fazla?
Ben merkezli, hırsını çıkarmak için dünden hevesli, hak nedir bakmayan, benim fikrim ve çıkarım zaten haklı olandır saplantısında, manevi derinlikten bihaber bireyler; pervasızca, hayasızca ve sınırsızca çoğaldıkça teskin olamayacağız. Daha olayın acısı yüreklerde taze iken politik rant devşirmeye çalışan da sorumlu, racon kesmenin matah bir şey olduğunu salık veren diziler de. Tedbir konusunda yetersiz kalan da sorumlu, özgürlüğün içini boşaltan yaklaşım da… Sen de sorumlusun o da…