Batı diye diye…
Batı, sadece bir yön değil artık dünyamızda. Bir zihniyet, bir anlayışın tezahürü, bir bakış açısı ve bir dünya algısı… Seküler, harcamacı ve tüketimi önceleyen bir bakışın insanı daha rahat ve konforlu yaşaması için öğe olarak gören gözün dünyası…
Batıya neden bu kadar kızdığım ve hatta taktığım soruluyor. Batının da dünyada bir yer kapladığını, insanlık tarihi boyunca birçok katkılar yaptığını, bilim adamları, sanatçılar, yazarlar çıkardığını ve bu adamların dünya insanına demokrasi, insan hakları gibi değerleri öğrettiğini söyleyenler bana itirazda başı çekiyor.
Batı’yı karşımıza almanın bir faydası olmadığını söyleyenler de az değil. Batı dünyasının çok güçlü olduğunu, gücü karşısında durmanın beyhude olduğunu, Batının ulaştığı seviyenin çok gerisinde olduğumuzdan dem vuranlar da var ayrıca. Tekniğini alalım, kültürünü almayız yaklaşımı da yıllarca dillendirdiğimiz bir sığınak.
“Batı” dediğim zaman zihnimde oluşan yapının ne kadar karmaşık ve ne kadar büyük olduğu olgusu, yanılsamadır kanaatindeyim. Bu ülkenin evlatları gerek eğitim gerek iş gerekse ticaret için Avrupa kapılarını aşındırdılar. Son dönem Osmanlı ve Cumhuriyetin ilk yıllarında adını bildiğimiz hemen her yazar, akademisyen, gazeteci, eğitimci, şair Avrupa macerası yaşadı. Onların edindiği tecrübe, bilgi ve birikim bu toplumun batıyı hakkıyla tanımalarına vesile olmuş mudur acaba? Bu sorunun bahsi diğer olduğunu biliyorum lakin batı ile münasebetimizin sadece gidip gelmek olmadığını idrak etmemiz gerekiyor.
“Batıya karşı kin ve nefret besleyelim” mi diyorum? Beslesek de zarar etmeyeceğimizi söyleyebilirim. Ancak en azıyla, tetikte olmamız gerektiğini, Batının Firavun ve Karun zihniyetiyle davrandığını hatta çağdaş Firavunların kapitalizm saltanatıyla Batının karnında yaşadığını ilkten kabul edelim uğraşındayım.
Batı, hele ki doğu bloku ile olan savaşını kazandıktan sonra kendine düşman icat etmeyi aklına koyduğu zaman ilk olarak doğunun bağrında doğarak cahiliye karanlığına karşı cephe açmış İslam’ı düşman olarak belirledi ve benimsedi. Daha sonraki tüm plan, program, proje, işbirliği, ekonomi, savaş hazırlığını baştan düşman olarak kabul ettiği İslam’a karşı sürdürdü.
Batı, tüm birliklerini, teşkilatlarını, ulusal ve uluslararası yapılanmalarını yeniden düzenledi. Yasalar çıkardı, devletlerarası anlaşmalar imzaladı. Kurduğu düzen tamamen İslam’ın düşman olarak görülmesi ile ilgiliydi. Kapitalizm ve onun ürettiği yaşam tarzının “var” olma sebeplerinden biriydi İslam. Ezilmesi, kontrol edilmesi, yenilmesi gerekiyordu.
Batı, bu savaşı başlattığı zaman nasıl hiddetle ve hararetle kinini canlı tutmuşsa aynı canlılıkla kavgasına devam ediyor. Afrika’yı sömürürken de aynı duyguyla hareket etmişti, Ortadoğu’ya ayak basarken de. Arabistan Yarımadasında kurduğu tezgâh da aynı amaçla kurulmuştu, Anadolu’da başlattığı işgal de.
İngiltere emperyalizminin öncülüğünde Amerika’nın askerliğinde başlatılan savaşın halen devam ettiğini biliyorum. Bu “bilmem” bile sadece tek başına Batıya karşı duruşumu netleştirir.
Batı, bir saltanat kurdu, tekniğini alıp, kültürünü bırakmamıza imkân ve izin vermedi. Ürettiğini satmakla kalmadı, bize güya Avrupai bir hayat tarzı bahşetti, bu bahşişin karşısında yenik olduğumuzu kabul etmek yetecekti ona. Gerçi yetinmeyi bilmeyenler yine Batının çocukları idi. Ne kadar onlar gibi olsak, ne kadar Batılı görünsek de onların saltanatında bizler kale kapısından içeriye girmek üzere bekletilenlerdik.