Ağacı Kesmişler Güvercinler Konmuyor
Vaktiyle eskice bir fırın vardı mahallenin bir köşesinde. İki katlı müstakil binanın altında en fazla iki masa sığacak kadar alanıyla mahalle fırını. Bildiğin taş fırın… Zamanında mahir bir usta örmüş fırının içini kara taşla. Sahipleri ata mesleğini devralmışlar, üçüncü kuşaktı kendileri. Somun ekmekle, taş fırın ekmeği yaparlardı bir de peynirli tandır böreği. Elle yazılmış tabela, dükkân açıldığından beri ahşap camekanın üzerinde asılıymış; Bereket Ekmek Fırını.
Dükkânın önünde bir çınar ağacı vardı, bir de kara dut. İkisinin de dalları birbirine geçmiş gibiydi. Kara dut, kesmişti artık meyve vermeyi ama gölgesi güzeldi. Ağaçların altında tahta masalar ve küçük tabureler eksik olmazdı, bir de çay… Çaycı değillerdi belki ama dükkânın hemen önünde yaz kış semaver kaynar dururdu. Odun ateşinde demlenen çayın tadı da nasıl leziz olurdu mübarek…
Fırının önünde saatine göre üç beş farklı kişi otururdu mütemadiyen. Çayını kendin doldururdun, bir de peynirli tandır böreği söylerdin yanına. Çay zaten ikramdı, gölgenin serininde yapılan sohbetler ve fırıncı Hikmet Amcanın güler yüzü sıcak ekmeğin kokusuna karışır önce ruhunuz doyardı. Çoğu esnaf sabahın erken vakti fırına uğrar, dumanı üstünde tandır ekmeğinin arasına tereyağı sürer, iki bardak çayı devirir, iki satır da muhabbet eder öyle giderdi işine.
Mahalle fırınıydı nitekim... Kimi mahalle sakinleri köyden alıp geldiği un çuvalını fırına bırakır, ne kadar ekmek çıkarsa Hikmet Amca hazırlar eve kadar gönderirdi. Tam bir ekmek teknesiydi fırın. Arife günleri, mübarek gün ve geceleri “hayrım olsun” diyen ya un getirir ya da gönlünden koptuğu kadar ekmek parasını Hikmet Amcaya verir gelen geçene, fakir fukaraya dağıtılırdı. Öyle sanıyorum ki satılan ekmek kadar sevabına ekmek de çıkardı fırından. Buna rağmen bunca kuşaktan dedeyi, torunu doyurmuş, gelini damadı beslemiş, talebe okutmuş. Müşterisinin duası mı ustasının eli mi bilinmez ama kazancı bereketliydi velhasıl.
Hikmet Amca sabah telaşesini atlattıktan sonra bir oğlu iki çırağı olduğu halde dükkânı bırakır, komşu esnafları dolaşırdı. Dönüşünde çınarın altına oturur, öğle namazından çıkan ihtiyar amcaları çağırır, çay ikram ederdi. Mahalle muhtarının da uğrak yeriydi Bereket Ekmek Fırını. Akşam üzerleri muhtarı ancak burada bulurdunuz. Belki bu yüzden mahallenin çoğu işi, müşkülatı, burada konuşulup yola konurdu. Genç, çocuk kim varsa ben de dahil bir gün olmazsa diğer gün uğrardı fırına. Aşağı mahalle yukarı mahalle maçları ağacın altında ayarlanır, okula giden börek sardırır, karnı acıkan soluğu fırında alırdı.
Fırının müdavimleri sadece bizler değildik, güvercinler de vardı evet. Gerçek midir yoksa rivayet mi bilmem ama Hikmet Amcanın dedesinden beri buradaymış güvercinler. Hikmet Amcanın da özel bir bağı vardı sanki onlarla. Beslenme vakitleri geldi mi fırıncının başı etrafında telaşla kanat çırparlardı, yaramaz ama sevimli birer çocuk gibi… Saatleri de belliydi mübareklerin. Ekmek kırıntılarını, dökülen susamları itinayla süpüren Hikmet Amca fırının kenarında artık kuşların yeri olmuş boşluğa bırakır, sulukları susuz bırakmazdı. Serçeler de nasiplenirdi elbet ve özellikle kara dut ağacının dallarında şakıyıp dururlardı.
Hayat gailesi, iş güç telaşı, ev bark kuralım derken Bereket Ekmek Fırınına nadiren uğrar olduk. Zaten kentsel dönüşüm geldi mahalleye. Kimi evi barkı sattı, kimi kat karşılığı verdi. Sokakla birlikte mahallenin de değişti çehresi. Biz kaldık birkaç eski sakin, esnaftan bazıları bir de fırıncı Hikmet Amca. Zaten yaş gelip çatmıştı, oğlunun da niyeti yoktu hatırladığım sürdürmeye. Nihayet bir yatırımcıya vermişler dükkânı olduğu gibi hem de adıyla. Malum “Bereket Ekmek Fırını” yılların bildik tandık markasıydı.
Yolumuzu düşürdük bir ahbapla Bereket Ekmek Fırınına. Ağacı kesmişler hem de ikisini birlikte. Güvercinleri sordum, kapıda duran güvenlikçiye “Ne güvercini abi ben hiç görmedim” dedi. Rengarenk ışıltılı vitrinin karşısında kalakaldık öylece. O koca maziden geriye bir isim kalmış sadece; “Bereket Ekmek Fırını”