“Yeni Dünya Düzeni” dedikleri KÖLELİK Sisteminin Aracılarını Tanıyalım 5
RAND Corporation (Araştırma-Geliştirme Şirketi)
Amerika Birleşik Devletleri Silahlı Kuvvetlerine araştırma ve analizler sunmak için 14 Mayıs 1948 yılında Douglas Aircraft Company tarafından kurulmuş bir araştırma geliştirme şirketidir. Kuruluş sonrası, sadece askeriye ile ilişkilendirilmemek için kâr amacı gütmeyen bir özel şirket sıfatına dönüştürülmüştür. Bu dönüşüm sürecini, daha önceki yazılarımızdan da tanıdığımız, Ford Vakfı finanse etmiştir. Yaklaşık 2.000 çalışanı olan kuruluşun Amerika’da; Santa Monica, California (merkez) olmak üzere New Orleans, Louisiana’da ise Özel olarak Körfez Ülkeleri ile ilgili çalışan bir ofisin yanında, Avrupa’da İngiltere Cambridge, Belçika Brüksel’de ve Avustralya Canberra’da 6 adet olmak üzere toplam 9 ofisleri bulunmaktadır.
Çoğunlukla ABD hükümetleri tarafından fonlanan şirket, aynı zamanda bünyesinde sekiz adet yüksek lisans ve bir adet doktora programı eğitimi veren ve tüm öğrencilerinin masraflarını burslu olarak karşılayan bir RAND Graduate School’a sahiptir.
RAND Corporation ile ilgili araştırma yapan yazarlar; “İnternetin Silikon Vadisi’nden çıktığını, ilk gönderilen uyduyu NASA’nın plânladığını veya IBM’in modern bilgisayarı ürettiğini düşünüyorsanız” yanılıyorsunuz diyorlar ve bunların hepsinin Santa Monica’daki bu şirketten, yani RAND’dan doğduğunu söylüyorlar.
Yine, öncelikle ekonomi ve fizik alanlarında çalışma yapanlar olmak üzere, bugüne kadar verilen Nobel Ödüllerinin otuz iki alıcısı, kariyerlerinin bir noktasında RAND ile ilişki içerisinde olmuştur.
RAND’ın kuruluş felsefesi, Amerika Birleşik Devletleri’nin refahı ve güvenliği için bilimsel ve eğitimsel olarak neler yapılması gerektiği ile ilgili plânlar yapmak ve bunların uygulamalarını hayata geçirmek olarak tanımlanabilir. En önemli katkıları ise; NASA uzay sistemleri ve ABD’nin uzay programı, yapay zekâ ve bugün kullandığımız internet ağı ile savaş simülasyonları, birer RAND projesi olarak ortaya çıkmıştır.
Rand, Türkiye’de ise özellikle 12 Eylül 1980 darbesi için Paul Henze’nin “Bizim çocuklar yaptı / Our boys did it” dediğinde tanınmıştı. O olaydan sonraki ülkemiz ile ilgili en ciddi ikinci çalışması, 14 Ocak 2020’de yayımlanan, “Türkiye'nin Milliyetçi Rotası: ABD ve Türkiye Stratejik Partnerliği ve ABD Ordusu İçin Çıkarımlar” adlı raporu olmuştur.
Bu rapordaki tespitler ise çok dikkat çekicidir.
Uzun olan rapordan, çok kısa bir iki alıntı yapmakta fayda var. Aslında, Raporun tamamını okumak çok daha iyi olur (Dileyen okurlar, rapor ismi ile taratırlar ise rapora ulaşabilirler).
-Türk siyasetinde; Erdoğan’ın yönetimde olduğu veya Erdoğan’dan başka bir siyasinin yönetimde olduğu iki alternatif belirlenmiş.
Erdoğan’dan başka bir siyasinin iktidara gelmesi halinde, Türkiye’nin; yeniden demokrasiye döneceğini, yeniden demokrat dünya ile ilişkileri tercih edeceğini ve AB, ABD ve NATO ile bilinen ilişkilerin yeniden başlayacağını ve ilişkilerde bir risk olmayacağı ifade ediliyor.
Erdoğan’ın iktidarda kalmaya devam etmesi halinde ise, Türkiye’nin batıdan tamamen koparak NATO’dan çıkıp, “Avrasya-Rusya blokuna katılabileceği”; yada Avrasya-Rusya-Çin bloku ile güçlü ilişkiler kurarken, NATO ve özelde de ABD ile bağlarını sürdürebileceği, bunun da Türkiye’nin konumunu, “ikili Stratejik denge” kuran bir ülke konumuna sokacağını ve “zor müttefik” olarak belirsiz bir konumda kalabileceğini ifade etmişler.
-“Ordunun orta seviye subaylarının: mevcut üst düzey ordu yönetiminin, siyasi yapıya fazla angaje olduğu ve buna bağlı olarak; ordunun eski kadrolarının ordudan uzaklaştırıldığı (16500 kişi), ordudan uzaklaştırmaların halen devam ettiği ve sıranın kendilerine de geleceğinden endişe ettikleri” için rahatsız oldukları ve bir darbe girişiminde bulunabilecekleri ifade ediliyor.
- “Türk ordusunun halen NATO üyesi olduğunu, bunun korunması gerektiğini, Hulusi Akar’ın NATO yanlısı olduğunu, Akar’ın siyasi pozisyonunun da Erdoğan ekolü içinde giderek güçlendiğini, Akar’ın orduyu NATO’ya bağlı tutmak istediğini” belirtip, “Hulusi Akar’ın desteklenmesinin gelecek Türkiye-ABD, Türkiye-NATO ilişkileri açısından uygun olabileceğini” tavsiye ediyor.
Son olarak ise, Milli Savunma Üniversitesi bünyesindeki yeni kadroları yetiştiren askeri okulların eğitim sürecine, diğer subayların eğitim süreçlerine, Amerika’nın bir şekilde dâhil edilmesinin mutlaka bir yolunun bulunması gerektiğini özellikle vurguluyor.
Adamlar işte böyle çalışıyorlar….