Yeni Bir Haftaya Başlarken…
Başkentte yaşıyor! olmak öyle farklı bir şey de değilmiş… Gün aynı gün, gece aynı gece, sokak aynı sokak… Yaklaşık 38 gündür başkentiz ama 31 Aralıktan farklı da değiliz…
Oysa 1 Ocak sabahı her şey bambaşka olacaktı…!
Sabır biraz ne kaldı şunun şurasında; 327 gün…
Bu süreyi de atlatırsak bir hayırlısıyla omuzlarımızdan büyük bir yük kalkacak, şehirce…
Her gün stres her gün stres nereye kadar…
Fırsat kaçmasın dedik ama sanıyorum kaçtı bile… Avutuyoruz kendimizi her gün ‘bugün’ diye…
Bir Davutoğlu’na bu kadar da yüklenilmez ki…
…
Geçtiğimiz hafta en çok konuşulan konuların başındaydı Ulaşım zamları… Perşembenin gelişi Çarşambadan belliydi… Bekleniyordu… Açıklanınca şok olmuş gibi yapmanın anlamı yok… Ama yakıt fiyatı düşüyor, yeni, ucuz (doğalgazlı-elektrikli) ulaşım araçları devreye giriyor, yedek parça düşüyor, maliyetler düşüyor, ücretler aynı kalıyor… Yollar da uzayıp sünmediğine göre bu artışların neden olduğunu izah edebilirseniz, herkesin bu artışa seve seve razı olacağına emin olabilirsiniz…
Zaten bunlar ‘zam’ da değil, ‘fiyat düzenlemesi’. Allah bizi zamlardan korusun…
…
5 Şubat Hacıveyiszade Mustafa Efendinin vefat yıldönümüymüş… ‘Değerlerimizi sahiplenmede ne kadar da yetersiziz’ diye düşünmeden edemiyor insan… Üç beş kişinin katıldığı bir iki sönük anma programının dışına çıkılamadığını görünce… Sadece onun için değil bizi “biz” yapan herkes için…
Hayattayken değerini yeterince bilemediğimizden mi utanmalıyız? Öldükten sonra yeterince anlatamadığımızdan mı?
Yıldızları göremez olduk hiç…
Başımızı gökyüzüne kaldırmayı düşünmediğimizden hep…
Başımız önde yürüdükçe özgürleşemiyoruz… Ve başımız hala önde… Yüzyıllar sonra bile… İşte sebebi de bu… Bir kaldırsak başımızı yıldızları göreceğiz…
…
Önümde 4 ayrı dosya; Ali Ulvi Kurucu, Hacıveyiszade, Mahmut Esad Coşan, Necmeddin Erbakan… Dördü de Şubat’ta vefat etmiş…
Sanırım Şubat gerçekten ayrılıklar ve hüzün ayı…
…
Ortalık o kadar karışıkken, caddeler sokaklar çatışma alanına dönmüşken Mardin’de olmak bile başlı başına mesajdı… Ortalık sütlimanken bile bölgeye gitmeyenler görmeliydi bunu, görmediler yine… Çelik yüreklerinin içinde büyütüyor bölge insanı Davutoğlu’nu…
Diğerlerine de her zaman ki gibi dedikodusu kalıyor…
Barışı yalnız bu anlayış getirir bu topraklara…
Bunu bildikleri için korkuyorlar zaten…
…
Kabe’de Davutoğlu’nu görünce insanlar ‘Ya Allah, Bismillah, Allahü Ekber’ diye slogan atmışlar…! Nedir bu dini –ki bu din içinde siyaset de var- dini merkezlerden uzak tutma çabası… Parti meselesinde haklı olabilirsiniz ama siyaseti dinden ayrı tutamazsınız… Tutarsanız zaten o ‘Patates dini’dir… İslam siyaseti olan bir din… Atılan sloganı bir partiyle illaki özdeşleştirecekseniz de o parti Davutoğlu’nun partisi de değil zaten…
Ayrıca Kabe miting için oldukça uygun bir alan bence… Rasulüllah’ta bir çok mitingini bu alanda gerçekleştirmiştir sanıyorum…
…
Öz Türkçe, has öz Türkçe diye bize dayatılan kelimelere düşmanlık ta anlamsız… Uydurularak kazandırılmış olsalar da hayatımıza onlarda artık bu dilin birer parçası… Bunca yıllık yaşanmışlığımızın üstüne onlara düşmanlık, Osmanlıca kelimelere düşmanlıktan farksız…
Bırakalım, onlarda bu fetretin kazanımları olarak dursunlar haznemizde…
Bunları apansız çıkarırsanız dilden, Osmanlıcayı hafızamızdan söküp atanlardan ne farkınız kalır ki…
…
Devlet ‘Babalığını’ Belediyelere devretti. Her yere belediyeler çağrılıyor artık ve onlar koşuyor herkes… Bu aşamadan sonra her şeyi kurumlardan bekleme dönemi son bulacak sanıyorum… Sosyal evrim bunu gerektirir çünkü… İşte o zaman gerçek bir ülkede yaşayacağız… Kurumsal bir ülkede…
…
Doğru söylüyor Atatürkçü Düşünce Derneği… Bu ülke Anayasalarını ya rejim değişikliğinde yada hükümet darbelerinde yapabilmiştir ancak… İşte sadece bu nedenle bile çok önemli yapılacak sivil anayasa… Ortada olağanüstü bir şey yokken yapılacak anayasa gerçek bir devrim niteliği taşıyacaktır…
…
Adnan Oktar ve karşısındaki hanımın göbek atarken ki ciddi yüz ifadesiyle bakabilmeydik hayata…
…