Prof. Dr. Hülya Küçük
Prof. Dr. Hülya Küçük Tasavvuf Kitapları “Üstün/Kozmik Güç Sahibi Veli” Anlayışında

Tasavvuf Kitapları “Üstün/Kozmik Güç Sahibi Veli” Anlayışında

Tasavvuf Tarihi Kaynağı  Olarak Menâkıbnâmeler  ve Günümüz Tasavvuf Akademisyenlerinin Konuyla İlgili Değerlendirmeleri (2)

DÜNDEN DEVAM…

Evliya menâkıbnâmeleri de aslında kendi aralarında yeknesak değildir. Mesela Vâhidî'nin (X/XVI. yüzyıl) Bektâşî, Edhemî, Haydarî gibi heterodoks kabul edilen grupları tiyatral bir biçimde giyim-kuşam ve ritüelleriyle tanıtan Kitâb-ı/ Menâkıbnâme-i Hâce Cihân ve Netîce-i Cân (1993, Ed. A.T. Karamustafa, Harvard: Harvard University) adlı eseri, sosyolojik yaklaşımın ağır bastığı bir menâkıbnâme iken, Elvan  Çelebi’in  Menâkıb-i Kudsiyye’si,  Eflâkî’nin Menâkıbu’l-Arifîn,  Vilâyetnâme-i Hacı Bektaş Veli , veya Vilâyetnâme-i  Şucaaddin, Vilâyetnâme-i Othman Baba, Menâkıb-i İbrahim Gülşenî gibi menâkıbnâmeler, yazıldığın devrin tarihî olay ve devlet teşkilatıyla ilgili önemli veriler sunan menâkıbnâmelerdir.   Yusuf en-Nebhâni’nin Câmiu Keramâti’l-Evliyâ’sı sadece kerâmetlerden bahsederken, Esrâru't-tevhîd  adlı eser,  Ebu Said Ebu'l-Hayr'ın torunu tarafından yazılmış gerçek hayatını hem de tarihleriyle anlatan bir kaynaktır. Başta Hacı Bektaş veli'nin hayatını anlatan Vilâyetnâme ve ilk dönem Mevlevî büyüklerini anlatan Menâkıbu'l-Ârifîn olmak üzere, sûfîlerin hayatını veren kaynakların tarihi olmaktan çok genelde menkibe kitapları oluşu, aynı hikâyenin değişik kişiler hakkında da anlatılışı, bu menkibelerde kerâmetlerine aşırı önem verilişi, onların tarihî kimlikleri veya anlatılanlar hakkında şüpheye götürecek boyutlara varabilmektedir. Bazı araştırmacılara göre bu kitaplar “vulgarize edilmiş hikâye kitapları” gibidirler.

Evliyâ menâkıbnâmelerinin özelliklerini şu şekilde özetlemek mümkündür:

a) Kahramanları gerçek ve mübarek kişilerdir. 

b) Olayların yer ve zamanı genelde bellidir. Bu özellikleriyle yukarıda adı geçen Onomastik, yani Toponimi (yer adları) ve Antroponimi (şahıs adları) ilimleri için de çok zengin malzemeler içerirler.

c) Bu gerçek kişiler, akıl almaz olayların bolca zikredildiği olaylar örgüsü (kerâmet) ve olaylar gerrçek olmasa da gerçek olduğuna inanılan bir tarza ele alınır.

d) İctimâî değerleri yansıtıcı içeriktedirler.

e) Müridlere ve halka ahlakî değerleri öğretici tarzdadırlar.

f) Tasavvufa muhalif tavrıyla bilinen özellikle rasyonalist çevreye karşı tasavvufî değerleri savunur/propagandist tarzda anlatılar içerirler.

g) Sözlü kaynakları olduğu gibi yazılı kaynakları da vardır (bkz. Ocak, 1992: 33-38).

 

 

Yukarıdaki maddelerden, “gerçek kişilerin akıl almaz olayların bolca zikredildiği olaylar örgüsü içinde sunulduğunu” dile getiren ikinci maddeyi biraz açmak gerekir: Sûfîlerden bahseden kaynaklar çoğu kere onların kerâmetlerini anlatan kitaplara dönüşür: Okuyucu, nerede doğduğunu, ne iş yaptığını, nerede öldüğünü, vs. bilmediği bir insanın olağanüstü hallerine ilişkin efsanevî hikâyeler okur durur. Hatta bu gruba başta Şernubî’nin Tabakātu’l-Evliyâ’sı ve Yusuf en-Nebhânî’nin Keramâti’l-Evliyâ’sı gibi “menâkıb” kelimesini içermemekle birlikte onlardan fazla farklı olmayan diğer tabakāt kitapları olmak üzere, bütün tasavvuf tabakāt literatürünü de sokabiliriz.   Bu, ilk etepta Popüler /Halkın seviye ve anlayışına uygun Tasavvuf'un bir özelliği diye düşünülebilir. Ancak hiç de öyle değildir. Örneğin felsefi tasavvufun zirve şahsiyeti İbnü’l- Arabî de el-Fütûhâtü'l-Mekkiyye, Ruhu'l-Kuds ve ed-Dürretü'l-Fâhira gibi eserlerinde, karşılaştığını söylediği sûfîlerin ve şeyhlerinin büyüklüğünü anlatmak için mutlaka onların kerâmetlerine değinir ve kerâmete verdiği aşırı önemle tanınır. Hatta, Mevâkiu'n-Nücûm gibi özellikle sûfîlerin kerâmetlerine ayırdığı bir eseri vardır.  Menâkıbnâmelerde, anlatılan kişinin sadece ruhî değil aynı zamanda bedenî güçlerinin de ne kadar insanüstü olduğu vurgulanır. Menâkıbu’l-ârifin’den örnek alacak olursak, Mevlânâ’nın bir keresinde bütün Ramazan ayı  boyunca bir kuyuda, oradan hiç  çıkmadan ibadet etmesi (I, 383; 3/555); buz gibi havuzda 3 gün 3 gece kalması, çıkınca da 9 gün 9 gece sema yapması  (I, 340: 3/460) gibi olaylar yanında dine uygun hiçbir açıklaması olmayan bütün elbiselerini çıkarıp meyhaneden çıkanlara atması ve çıplak olarak sokaklarda sema yapmasını (I, 340: 3/463) zikredebiliriz. Bu tür anlatıları araştırmacı vermek yerine, görmezden gelip atlamayı tercih etmesine eder, ama, negatif eleştiride bulunmak isteyen birçok kişi bunları diline dolayabilir.

 

Aslında, şu zikredilecek hadîs tasavvufta en çok kullanılan hadîslerden olduğuna göre, bütün tasavvuf kitaplarını “üstün/kozmik güç sahibi veli” anlayışına sıkıca bağlı olduğunu düşünebiliriz:  “Yüce Allah şöyle buyurdu:  Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse, Ben ona mutlaka savaş açarım. Kulum, üzerine farz kıldığım şeylerden daha iyi bir yolla bana yaklaşamaz. Kulum, nafilelerle  de bana yaklaşmaya devam eder, nihâyet ben onu severim. Onu sevince de işiten kulağı, gören gözü,  tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey isterse veririm. Bana sığınırsa onu korurum.  Yapmak  durumunda olduğum hiçbir hususta, ölümden hoşlanmayan mü’minin ruhunu alma  zamanındaki tereddüdüm kadar tereddüt  göstermem ve aslında ben onu üzmekten de hoşlanmam.” (Buhârî, Rikâk, 38), Yani  Allah’ın eli, ayağı, gözü mesâbesinde olduğu (Kurb-ı Nevâfil), veya  kendisine “Kozmik Yetki/Tasarruf Gücü” verilen bir veli için  imkansız olan hiçbir şey olamaz. Üstelik tasavvufa göre, ârif, hayâline sınır olmayan ve hatta sıradan insanların “kafasında yarattığı” hayâli, “kafasının dışında da” yaratabilendir. Bu açıdan tasavvuf, menâkıbnâmelerdeki olaylara “olağan olmayan” olaylar diye bakmaz. “Akl-ı Meâd”ın kavrayamayacağı hiçbir fenomenin olamayacağı  da hatırda tutulmalıdır. Binaenaleyh, Tasavvuf Tarihi araştırmacısı, bu ilmin diğer verilerini nasıl kullanıyorsa, bunları da rahatlıkla kullanabilmelidir.

 

DEVAM EDECEK…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Hülya Küçük Arşivi