Sorun bizde mi yoksa bizden doğanlarda mı?
Genç ve dinamik bir nesil geliyor. Hepsi bizim çocuklarımız. Nasıl yetiştiriliyorlar, neler katıyorlar hayatlarına; yaşamanın adını, tadını, ne için yaratıldığını ve yaratıldıklarını düşünüyorlar mı; hangi şartlarda, ne, ne kadar öğretiliyor kendilerine? Hayattan kopmuş, bireyselleşme algıları altında bencilliğe doğru sürüklenen, serseri ruhlu, sünepe, bohem, hiçbir tasası ve beklentisi olmadan hayatını idame ettiren, geçmişine değer vermeyen ve geleceğe dair bir fikri olmayan ruhsuzlar güruhu mu acaba?
Bu topraklarda nefes almanın bedelini bile kimlere borçlu olduğunu bilmeden…
Bizler bu günün ana babaları olarak şehitlerimiz için geçmişimize dua ederken, bu günümüzde gözyaşı dökerken; gerekirse bu vatan uğrunda hayatların sona ermesini göze alan şehitlerimiz ve rahat bir yaşam sürmek yerine neden mücadele etmek zorunda olduğunu bilmeyen, bizlerin bu şehitler için ağlamasına anlam veremeyen çocuklarımız.
Jeopolitik konum itibariyle tarih boyu bu coğrafyada yaşamanın ve bu topraklarda kalmanın bedelini bir türlü algılayamayan bizim çocuklarımız. Ateşler içerisinde bulunan dünyadaki tüm gelişmeleri, velev ki dindaşlarımız olsun veya olmasın bir film tadında izleyen; hiçbir tedirginlik hissetmeden kendi gündemlerine devam edip, gezip eğlenmek, tatil yapmak, yazları denizde kışları kayak merkezlerinde günlerini gün etmek dışında düşündükleri bir şey olmayan çocuklarımız. Hayatı amaçsız bir süreç içerisinde zevküsefa, yeme içme, evlenme, eğlenme ve göçüp gitme olarak değerlendiren çocuklarımız. Kıymet bilme, değer verme, vefa, gönül verme gibi hissiyatlar dışında tüm çevrelerinin sadece kendileri için bir şeyler yapmak zorunda olduğunu düşünen çocuklarımız ve gençlerimiz.
Eğlence araçlarını da sanki vücutlarının bir uzvu haline getirmiş bir şekilde; cep telefonu, bilgisayar ve tablet kısır döngüsünde internetin esiri olmuş; en ufak bir aksama veya kesintide elinden oyuncağı alınmış, yemeği suyu verilmemiş bir tavırda agresifleşen çocuklarımız.
Ne acıdır ki vatan, millet, manevi ve milli değerlerin artık kendileri için son model bir bilgisayar veya cep telefonundan çok da fazla değerli olmadığını zanneden çocuklarımız. İlk emri “oku” olan bir dinin mensupları ve “ilim müminin yitik malıdır; her nerede olursa olsun gitsin alsın” diyen bir Peygamberin ümmeti olan, bizlerin sulbünden gelen ama bunların ne manaya geldiğini çok da umursamayan çocuklarımız.
Evler, katlar, yatlar, özel arabalar içerisinde doğan, hayatında hiç açlık çekmeyen, susuzluk nedir bilmeyen, kış günü ayağında bulunan ayakkabısından ayakları hiç ıslanmayan, paltosuzluktan üşümeyen; yazın tatilde üç ay harçlık kazanmak için bir işe girip iş yerinde yerleri temizlemek, kullanılmış çay bardağını yıkamak, iş yeri sahibinden emir almak, para kazanmak ve harcarken değerini bilmek nedir bilmeyen; adeta cam fanus içerisinde her türlü hayat riskinden ve işinden gücünden uzak tutarak yetiştirdiğimiz, kendimizin yemeyip yedirdiğimiz, giymeyip giydirdiğimiz bizim çocuklarımız.
Gelecekte kendilerine hayat kuracak, iş yeri çalıştıracak, ast üst ilişkilerini bilecek, yeri ve zamanı geldiğinde her türlü açlık, susuzluk, varlık, yokluk gibi olumsuzluklara dayanabilecek; en önemlisi de bizden sonraki vatan savunması, devlet yönetimine talip olacak olan bizim çocuklarımız.
Varlığın kıymetinin ne demek olduğunu bir şekilde kendilerine öğretmemiz gerekirken; daha bir şey istemeden her şeyi hazır ve nazır şekilde önlerine yığdığımız, kaloriferli evlerimizde dahi geceleri üstlerinin açık olup olmadığını kontrol edip, üşüme şansları olmadığı halde üstlerine titremek suretiyle yavrularımızı kontrolsüz bıraktığımız, düşünmelerini ve uygulamalarını kendi ellerimizle yok ettiğimiz bizim çocuklarımız.
Hayat şartlarının her an zorlaştığı, geçim şartlarının ağırlaştığı dünyamızda; benzin, ekmek, su, elektrik, telefon gibi asgari zorunlu tüketimlere gelen zamların ne anlama geldiğini bilmeyen, kullanılan kredi kartlarının ay sonu mutlaka ödenmesi gerektiğini aksi takdirde aileye ciddi hukuki ve maddi sıkıntılar oluşturabileceğini çokta önemsemeyen, memleketin her türlü kaynağının kıt kaynaklar olduğunu ve aile bütçesinin sınırsız olmadığı sorumluluğunu hissedemeyen bizim çocuklarımız.
Televizyonda veya sosyal medyada haberleri izlerken; kendi şehirlerinde, ülkelerinde veya dünyanın diğer yerlerinde hastalıktan, açlıktan, susuzluktan veya savaşırken ölen insanların haberlerini dinlerken hiç tedirginlik hissetmeyen, üzülmeyen, sadece haber yoğunluğu içerisinde kuru gürültü olarak algılayan, yıkımların, savaşların, kaybedilen maddi manevi güzelliklerin ne anlama geldiğini bir türlü kafalarının içinde çözümleyemeyen bizim çocuklarımız.
İnsanı yaşat ki devlet yaşasın felsefesinin neresindeyiz? Geçmişini bilmeyen nesiller geleceğe yön veremezler anlayışına ne kadar vakıfız? Çocuklarımızı ne zaman bin yıllık soylu bir geçmiş, cihana namzet bir tarih, eğitim, kültür ve devlet anlayışı ile yaşadığımız çağa göre değil, onların yaşayacağı zamana göre yetiştirecek; onları hayatın ta içerisinde fiilen sorumluluk bilinciyle her türlü milli ve manevi değerlerimiz ile kendi ayakları üzerinde durabilecek, dünyayı iyi tanıyan, sorgulayan insanlar olarak yetiştirecek ve buna uygun eğitim öğretim programlarımızı ne zaman uygulayacağız?
Köklerini tanımayan, başka milletlerin yönlendirme ve telkinleriyle eğitim sisteminin böyle olması gerektiğine inandırılan bizlerden doğan çocuklarımızdan ne bekleyebiliriz ki?
Bu durumun tek sorumlusu çocuklarımız mı? Öğretmenler mi? Okullar mı? Milli Eğitim Bakanlığı mı? Anne babalar mı? Çevre mi? Sosyal medya mı? Yoksa hepsi mi?
Yaptığımız işe, düşüncemize ve geleceğimize nereden baktığımız çok önemlidir. Zira hayatımız, vatanımız, ülkemiz adına oluşan, oluşturulan fotoğrafın tamamını görmek ve ona göre hareket etmek zorundayız. Geçici pansuman tedbirlerle yani negatif bir entropi yerine, radikal çözümlemeler geleceğimizle ilgili doğru adımlar olacaktır.
Tüm bizden doğan ciğer parelerimize tek soru:
Belki de LGS veya üniversite sınavlarıyla ilgili bir soru değil ancak alın yazımızla ilgili olarak bu soruyu tüm çocuklarımıza sormamız ve doğru, samimi, tatmin edici cevabı almamız gerekir.
Hayat nedir?