“SAYLAV”
Max Kemmerich, Avrupa Tarihinden Garip Vakalar adlı kitabında şunları kaydeder;
Azizlerden Elizabet ömründe hiç yıkanmadığından etrafına öyle bir koku yaymaya başlamıştı ki, civarında bulunanlar nihayet tahammülü edemeyerek onu banyo etmeye ikna ettiler. Fakat bundan da bir şey çıkmadı. Çünkü suya temas eder etmez dışarı fırladı ve işlediği günahtan dolayı tövbe (!) etmeye başladı.
İngiltere Kralı Eldred esir ettiği Danimarkalı kadınları çıplak olarak yarı beline kadar toprağa gömdürmüş ve onları köpeklere ve yırtıcı kuşlara parçalattırmıştı.
İngiltere’de meydana gelmiş olan ortaçağdaki bu gelişmeleri niye hatırlattım?
Sebebi şu;
Tek partili dönemin ülkeyi kasıp kavurduğu devrede bir kadın milletvekili vardı; Mihri Pektaş.
Hatırlanmalıdır ki, ilk kadın milletvekilleri 1935’de meclise girmiştir. İki sene sonra yani 1937’de kendisiyle bir mülakat yapılmış ve demiş ki, Sayın Bayan Pektaş;
“İngiltere, feminizmin ebedi yurdudur”.
Sayın “saylav” (o tarihte milletvekiline saylav deniliyordu) İngiltere’nin “ezelî” feminizmin yurdu olduğunu da demek istemiş olmalıdır…
Bu milletvekilinin doğum tarihi 1895..
Osmanlı’nın son dönemlerini görmüş Sayın “Saylav” Pektaş… Kendisi aynı zamanda bir öğretmen.
Osmanlı dönemindeki talebelik yıllarını “falaka” olarak hatırlıyor. Ama İngiltere feminizmin “ebedî” yurdu bu sayın Saylav’a göre….
Bir öğretmen düşününüz ki, kendi kültürüne karşı negatif başka kültürlere karşı özenti içindeyse;
Vay haline onun öğrencilerine….
Bana bir harf öğreten öğretmenlerimin ellerinden öpüyorum.
Benim karakterimin şekillenmesinde mürşit olan hocalarımın ellerinden öpüyorum.
Hürmetlerimin en yükseğini takdim ediyorum hocalarıma…
DOMUZ
Bir televizyon kanalında bir sunucu (Portakal soyadında birisi) geçtiğimiz hafta denizden sahile çıkan domuz ile ilgili olarak "bu bir sonuçtur" yorumunu yapmış ve şöyle devam etmiş;
"3. köprü veya havalaanı" bu domuzun sahile çıkmasına sebep olabilir demiş.
Bunların önceki familyaları 1. köprüye de itiraz etmişlerdi...
Sayın Portakal anons yapsın ve derhal sol amigoları yürüşüye geçsinler.
"Bu meydan kanlı meydan" şarkısını seslendirsinler...
Anıtkabir'e doğru yürüyerek "şikayette" bulunsunlar.
"Artık domuzlar yüzme öğrendi" diye.....
BELEDİYECİLİK (!)
1671 yılına kadar Berlin’e gelen köylüler geri dönerlerken bir araba çöp yükleyip şehrin dışına taşımaya mecbur edilmişlerdi.
Aklıma bir anda İstanbul'da 1990'lı yıllardaki çöp dağları geldi....
1990'lı yıllarda İstanbul belediye başkanlığını deruhte eden partinin niye böyle bir "çözüm" üretmediğini merak ederim...
MADALYON
1666 yılında Paris’de ilk defa Paris sokaklarında bir temizlik yaptırılmıştı. Bu o kadar önemli bir hadise kabul edilmişti ki, o günün hatırasına şiirler yazılmış ve bir madalyon yaptırılmıştı.
1697 yılına kadar Paris şehri ahalisi gece ve gündüz pencerelerinden sokağa her türlü necaseti ve süprüntüyü atarlardı. Bunu yapmayanlar sadece zenginlerden bazılarıydı. Zira onların evlerinin bahçelerinde çukurları vardı.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Avrupa'nın sosyal yönünü bize idealize eden İtihatçı artıklarını hatırlıyorum da tükürmenin bile Fuzüli olduğunu düşünüyorum.
Kendi kültürümüzden uzak olmak kadar rezil bir konum var mıdır şu dünyada?