Hint Toprakları’nda Türk Devletleri
Müslümanların Hindistan topraklarına ilk girişi VII. yüzyıl gibi erken bir dönem olarak görülmektedir fakat bu dönemlerde Hindistan’da Müslüman hükümranların etkisi zayıftı. XI. yüyıldan sonra Hindistan adeta Müslüman Türklerin hücumlarının merkezine dönmüştür. Hindistan’da uzun zamandır hüküm süren Hint Racalıkları (prenslikleri) Türk hükümranlarının güçünü görünce saldırılara karşılık vermeden geriye çekilmek zorunda kalmışlardır.
Gazneli Mahmut ve ondan sonraki hükümdarların politika tedbirleri ve Raçputları (Hint Racalıklar)’ın Hindular arasında kast sistemi ile ayrım yapması Türk hükümdarları için Hint topraklarında hakimiyet kurma işini kolaylaştırmıştır. Çünkü Raçputlar, bir devletin nasıl yönetmesini, ordusunun nasıl düzenli olması ve bir devletin ayakta durabilmek için geketiğine dair hiçbir şey bilmiyorlardı. İkincisi eski kafalı, ataerkili düşüncesine sahip olan bu Raçputlar halka karşı da hoşgörülü değildiler. Türk hükümdarların gücü, refah bir imparatorluğu ve zekasını gören halk Türk Sultanlığına meyil oldular.
Hindistan topraklarında kurulan Türk devletlerinden bir “Delhi Türk İmparatorluğu”dur. Bu devlet 1206’dan 1526’ya kadar devam etmiştir. 1526’dan sonraki dönem ise Babür İmparatorluğu dönemidir. Gerek Delhi Türk İmparatorluğu gerekse Babür İmparatorluğu’nun Hindistan bölgesinde müslümanlaşmasında büyük bir katkıları vardır.
XII. yüzyılın sonundan 1526’ya kadar olan Delhi Türk Sultanlığı olarak bilinmektedir. Delhi Türk Sultanlığı, dönemine ait pek çok mimarī eser günümüze kadar gelememiştir. Bazıları ise harabe halindedir. 1193 yılında Gurlu Muhammed Delhi'yi sultanlığının başkenti yaptı. Böylece 1193 tarihi Hindistan'da gerçek Türk-Müslüman mimarisinin başlangıç tarihi olmuştur. Ondan sonra Kuzey Hindistan’da Müslüman hakimiyeti altına büyük bir Türk Sultanlığı kurulurmuştur. Bu devletin kurulmasından itibaren mimarlıktan, edebiyata, sanattan, yazıya İslamiyetin etkisi görülmeye başlanmıştır. Hindistan’da mevcut olan ve Türkler tarafından yapıldığı mimarī eserler hālā Türklerin mimarlikta çok zengin olduğuna işaret etmektedir.
“Hindistandaki edebī ve kültürel ortamı oluşmasında da Türk asıllı mutasavvıf ve Hindistan’da yaşamış şairlerin payı oldukça büyüktür. Türklerin Hindistan’da hüküm sürdürdüğü dönemlerde resmi dili hemen hemen Farsça olmuştur. Farsça o kadar yaygınlık kazanmış ki Hindular arasında Farsça ile şiir ve divān tertip edenler ortaya çıkmıştır. İlk Hindu şair Chandra Bhan, divān tertip eden Jaswant Rai Munshi gibi kişiler ortaya çıkmış. Bu sebeple Mevlānā Celaluddin Rumi’nin şiirleri Hindu ve Müslüman şairleri üzerinde büyük bir etki yaratmış. Öbür taraf Türk asıllı şairlerin Farsçayı benimseyerek Farsçada eserlerin verilmesi de Farsçayı zenginleştirmiş. Ancak az çok eser Çağatay dilinde de verilmektedir. Çağatay Türkçesi için Babürname, Aruz Risalesi, Mübayyen ve Risale Validiye Tercümesi gibi eserler zikr edilebilir.” (Bilkan, 1998: 9-11).
Türkçe her ne kadar resmi dil olarak kabullenmemişse kendi tesirini Urducaya, Hintçeye bırakmıştır. Khawar Hasan’ın araştırmasına göre Türkçe ve Hintçe-Urduca arasındaki ortak kelimelerin sayısı dokuz bin civarına kadar varır. Hindistan’ın pilavı ve şiş kebabı da Hintlere Türkler tarafından öğretilmiştir.” Ayrıca Hindistan’da Türki Topi (Türk Şapkası) da çok meşhurdur.
Babür’ün sanat ve edebiyata gösterdiği ilgi Orta Asyalı birçok şair ve yazarın Hindistan’a gelmesini sağladı. Bu şairlerin Türkçe şiirlerin yazması, sarayda Türkçenin önemini artmıştır. Bugün Hindistan coğrafyasında Türkçe El yazma Eserlerin Bulunması da Türkçenin son yüzyıla kadar etkisini sürdürdüğü ortaya koymaktadır.