Murat Güçlü
Murat Güçlü HAYIR CHARLİE DEĞİLİM!

HAYIR CHARLİE DEĞİLİM!

Dünya günlerdir Paris saldırılarını konuşuyor. Irkçı ve küstah bir mizah dergisi olan Charlie Hebdo ve karikatüristlerine yapılan saldırı sebebiyle dünya gündemini terör ve Müslümanlar oluşturmakta. Bu tip sansasyonel olaylar ülkelerin politikalarını etkileme amacı taşırlar, bunlara istihbarat örgütlerinin dolaylı ya da dolaysız ama muhakkak müdahaleleri vardır. Paris olaylarının da hangi amaçla ve kimler tarafından yapıldığı işin erbabınca bilinmektedir. Hatta bu tip olaylarda gereken mesajın verilmesi için olayın tesadüf olmadığı veya münferit bir eylem olmadığını gösterir kuşkulu noktalar bırakılarak ipuçları verilir. Eminim Fransız istihbarat örgütü yapılan saldırının amacını anlamış ve gerekli yerlere durumu bildirmiştir. Bundan sonraki aşamada kimin ne yaptığını izleyerek, Fransa’nın politikalarının hangi devletin politikasına yaklaştığına bakarak saldırının azmettirenleri hakkında fikir sahibi olabiliriz.

Ben asıl saldırılar sonrası dünyada estirilen hava hakkında yazmak istiyorum. Paris saldırılarından sonra Je Suis Charlie (Ben Charlie’yim) sözü teröre karşı özgürlüğün daha özelde basın özgürlüğünün sloganı oldu. Bizde de hepimiz Hrant’ız dendiği gibi. Bu slogan yapılan saldırıyı kınamak, saldırganlara amaçlarına ulaşamadıkları mesajını vermek için kullanılmaktadır. Memleketimden ve İslam dünyasından da epey Charlie çıktı. Ben elbette Charlie değilim ve asla da olmayacağım. Kendi dışında herkesi hakir ve küçük gören, hatta insan olarak dahi kabul etmeyen ve onları ve değerlerini aşağılayan ve bunu da basın ve düşünce özgürlüğü olarak kabul eden, sözüm ona mizah dergisinin yayınlarını asla tasvip etmem.

Müslümanlara ve kutsal değerlerimize saldıran Charlie ekibinden zerre kadar hazzetmesem de bu onların öldürülmesi gerektiği yahut öldürülmelerini haklı ve makul gördüğümü göstermez. Öldürme tekeli devletin elindedir ve öyle kalmalıdır. Teröre, masum insanların öldürülmesine aklı başında kimse onay veremez. İnsan hayatının kutsallığı ve dokunulmazlığı hiçbir medeniyet veya kültürün tekelinde değildir. Ama ne hikmetse sanki bunlar Batı’nın değerleriymiş ve barbar İslam dünyası bu değerlere karşı terör eylemi yapıyormuş gibi bir algı yönetiliyor. Müslümanlar olarak kendimizi ve dinimizi temize çıkaracak söylemlerde bulunmamız gerektiği hissettiriliyor. Bu sebeple hep bir ağızdan, İslam şiddete karşıdır, adı dahi Barış demektir, aman biz sizden çok lanetliyoruz terörü, bunlar asıl biz iyi Müslümanlara zarar veriyor diyerek yeri göğü inletiyoruz. Çünkü neyin iyi neyin kötü olduğuna, neyin doğru neyin yanlış olduğuna kararı ancak Batı vermekte ve dünyanın kalanı da buna uymaktadır.

Öyle bir hava estiriliyor ki sanki İslam olmasaydı bugün dünyada yaşanan şiddet ve terör olmayacaktı. Kimse kusura bakmasın, gelir dağılımındaki küresel adaletsizlik, Ortadoğu coğrafyasının insan değil petrol olarak görülmesi, baskı, işgal, muhaberat devletleri, baskılanan ve dışlanan İslam, toplumların seküler hale getirilmesi için yapılan baskılar, göçmenlere yapılan insanlık dışı muamele…bütün bunlardan muhakkak şiddet çıkar…Bunun İslam ile bir alakası yoktur. Tabii ki her şiddet eylemi kendine bir ideoloji seçer. İslam’ı da bu şekilde ideoloji olarak seçen ve buna dayanarak terör ve şiddet eylemeleri yapanlar vardır ve bundan sonrada olacaktır. Her terör eylemi sonrası teröristler hangi din veya memleketten iseler o ülke ve dinlerinin dünyadan özür dilemesi gibi teamül mü vardır ki Müslümanlar üzerine böyle bir baskı oluşturulmaktadır?

Dünya liderleri saldırıyı kınamak için Paris yürüyüşünde bir araya geldiler ve Fransa’ya destek oldular. Sayın Başbakan’ın Paris yürüyüşüne katılması da yukarıda ifade ettiğim şekilde okunabilir. Tabi ki devlet geleneğinde bazı şeyleri istemeseniz de yapmak zorunda kalabilirsiniz. Türkiye’nin katılmaması tavır olarak anılıp dünyaya servis edilecekti, zaten üzerimizde IŞİD destekçisi ülke yaftasının yapıştırılmaya çalışıldığı bir dönemde devlet menfaati gereği Paris’e gidilmek zorunda kalındığı kanaatindeyim. En azından Sayın Davutoğlu’nun Batı’ya yaranmak için herhangi bir aşağılık kompleksi duymadığından eminim. Ben yine de Türkiye’nin hele İsrail ile birlikte o yürüyüşte olmamasını yeğlerdim. Niye mi? Yukarıda ifade ettiğim sebeple, Batı’nın sadece kendini “İnsan” kabul etmesi kendin coğrafyasında hariç dökülen kandan ahlaken hiçbir sorumluluk duymaması. Nijerya’da geçen hafta iki bin insan öldürüldü, Irak’ta ölen sayısı belki bir milyonu geçti. Suriye kan gölü, iki milyon mülteci Türkiye’de, ülkem zaten PKK belasından çok çekti. Bir Avrupalı bizim için yürüdü mü?

Gücü eline geçirdiği tarihten beri dünyadan kan ve gözyaşının eksik olmadığı bir Batı’dan bahsediyoruz. Kendilerinden başka herkese aşağılık muamelesi yapan, petrol için dünyayı kana bulamayı göze alan, ülkeleri işgal eden, İslam dünyasını parçalamak adına her türlü radikal ve şiddet yanlısı hareketi destekleyen hatta oluşumunu sağlayan Batı’ya karşı dünyanın daha üst perdeden taziyelerin iletilmesi beklenirdi.

Müslümanların eksiği var, suçu var, yanlışı var, tahammülsüzlüğü var, cahilliği var…hepsine kabul. Bu ne Batı’nın suçlarını örter ne de bugün kendisinin efendilik taslamasını sineye çekmemize sebep olur.

Biz coğrafyamızdan, insanımızdan, tarihimizden, kültürümüzden, ecdadımızdan ve dinimizden utanmıyoruz. O yüzden asla ve elbette Charlie değiliz, kimseden hele kendini efendi gören Batı’dan özür dilemiyoruz. Önce yaptıklarının hesabını versinler…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Murat Güçlü Arşivi