Prof. Dr. Hülya Küçük
Prof. Dr. Hülya Küçük Gülün Kulağına Söylenenler ve Casusluk San’ Atı (5)

Gülün Kulağına Söylenenler ve Casusluk San’ Atı (5)

4. Bütün bu söylenenlere ek olarak şu hususu da akıldan çıkarmamak gerekir: Mevlânâ ve onun yolunu devam ettirenler,  “devletçilik” politikasının iyi bir takipçisidir. Gerektiğinde devlet ricâline öğüt verir. Gerektiğinde halkı yönlendirmek, güç, kuvvet, metânet aşılamak için çalışır. Mesnevî, bu misyonu yüklenmiş görünmektedir. 

Mevlânâ’nın devlet ricâliyle ilişkilerine dair örnekler, Osman Nuri Küçük tarafından ele alınmıştı. Biz burada bir de onun yolunu kurumsallaştırarak geliştiren ve çağları aşıp günümüze gelmesinde en büyük hizmeti yapmış olan Sultân Veled’in politikalarını ele alalım. Bu şu açıdan da gereklidir ki o her hâliyle babasının yolunu devam ettiren birisiydi. Hatta, onun Mevlevîliği sistematize etme çalışmaları olmasaydı, Mevlevîlik diye bir şey de olmazdı. O halde onun söz ve filleri de Mevlânâ’nın bu konuda yaptıklarının bir devamı sayılmalıdır. 

 

Bilindiği üzere Sultân II. Gıyâseddîn Mes‘ûd (683/1283-689/1298, ikinci kez, 703/1303-708/1308), Moğollar tarafından tahta çıkarılmış kukla bir Sultândır. Sultân Veled ise onu “Zulüm ve sitem bitti, adâlet ve kerem  meydana çıktı, işin sonu övülecek hâle geldi. Şu dünyâ yeniden dirildi, iyi ve kötü kişiler yeniden kul oldu” diye öven “Yeniden kutlulukla, bahtla padişahımız Mes‘ûd oldu” redifli bir medhiye, on beş beyitli bir kasîde ve on bir beyitlik bir gazel inşâd etmiştir. Ancak onu överken belki de olanı değil, olması gerekeni dolaylı bir şekilde söylemektedir.

Sultân Veled, Sultân II. Gıyâseddîn Mes‘ûd’a yazdığı diğer bir kasîdede ise iki dileğini dile getirmiştir: Bunlar, “babasının ve atasının geliri yolunda olduğu ve  oğlun bunu yüz misline çıkarması” ve “Mevlânâ’nın âşıklarından on dört kişinin vergiden muaf tutulması” idi. Bu iki dilek arasında bir ilgi olsa gerektir. Sultân II. Gıyâseddîn Mes‘ûd muhtemelen “bu dilekleri kabul etmiş, türbeye vâridât sağlayan bir vakıf kurmuştur.” (Gölpınarlı 1953: 38) Zîrâ Sultân Veled, başka bir konuyla, yani babasının türbesinin onarımıyla, ilgili olsa da Sultân II. Gıyâseddîn Mes‘ûd’a hitâben: “Hakk velîlerine yöneldin ve Mevlânâ’nın (kuddise sırruh) temiz türbelerini onardın. Bu yerinde bir iş olmuştur. Fakat çalışmaktan da vazgeçme.

Asker toplamakta ve Moğollara hizmet etmekte, onlara karşı hürmeti ifâ etmekte, mal feda etmekte, hülasa elinde olan selâmet sebeplerini ve gücünün yettiği kadarını yerine getirmektesin. Bundan sonra yüce Allah sana yardım eder. Çünkü o istemezse sebepler yardımcı ve faydalı olmaz”  demektedir (Sultan Veled 1974: 148-149). Bundan onun,  Sultân II. Gıyâseddîn Mes‘ûd’un Moğollar’a karşı uyguladığı “boyun eğme” politikasını anlayışla karşıladığı mânâsı da çıkarılabilir. Faruk Sümer, Mevlevî kaynaklarının, İlhanlı Hakanı Gazan Han (idaresi: 694/1295- 703/1304) tarafından huzûra çağrıldığında zamanında gitmediği için azledilen II. Gıyâseddîn Mes‘ûd’un, Han tarafından azledilip yerine yeğeni III. Alâeddîn Keykubâd (698/1298-702/1302)’ın tayin edilmesinde Sultân Veled’in oğlu Ulu Ârif Çelebi ve Atabek-i Mecdüddîn’in rolü üzerinde durduklarını ve Sultân Alâeddîn’in de bunun için  Sultân Veled, Ulu Ârif Çelebi ve diğer Mevlevî büyüklerine teşekkürlerini bildirdiğini söyler (Sümer 2002: 360); ancak verdiği kaynak olan Menâkıbu’l-Ârifîn’de anlatılan, Mecdüddîn Atabek-i Mevlevî’nin Sultân Alâeddîn için yaptıklarına şükrân nişânesi olarak han ve ailesinin Sultân Veled, Ulu Ârif Çelebi ve diğer Mevlevî büyüklerine türlü hizmetlerde bulunduklarıdır (Eflâkî 1977: 848-849; 1987: 177-178). III. Alâeddîn Keykubâd, Sümer’e göre, halka yaptığı zulüm ve müsâderelerinden dolayı azl edilmişti (Sümer 2002: 361).

 

Eflâkî’ye göre, Sultân Veled, Moğol idarecilerin teveccühünü de kazanmış, onları kendisine mürîd etmeyi başarmıştır. Meselâ, Anadolu’yu idâreye memur edilen Moğol emiri Abişga Noyin – ki “Köse Peygamber” adını almış, halk tarafından sevilen Sünnî bir Müslümandı  – Sultân Veled’i ziyarete gelmiş,  ona sohbetini dinleyen halkın neden feryâd ettikleri” şeklinde bir sorusuna verdiği cevap üzerine ona mürîd olarak bağış ve ihsânlarda bulunmuştu (Eflâkî 1977: 818-819; 1987: 164)  Moğol Beyi Emir İrencin Noyin de Sultân Veled’e gelmiş ve kendi inançlarına göre dünyânın sâhibi olan kırk Tanrı’nın  geçerliliği olup olmadığını sormuş, Sultân Veled de ona, bu Tanrı’ların “en büyüğünden” de söz edildiğini ve işte hepsinin muhtaç olduğu bu Tanrı’ya ibâdet etmek gerektiğini ikna edici bir tarzda anlatınca, Müslümân olmuştu (Eflâkî 1977: 797-798; 1987: 153-154).

Tarih kitaplarında konuyla ilgili neler söyleniyor bilmiyoruz ama Demirci, sûfîlerin Moğol idârecilerle bu tür ilişkilerini onların “Moğolların İslâmiyet’e girip Türklük içinde kaynaşacağını pek iyi sezdikleri” şeklinde yorumlamıştır (Demirci 2002: 67). Yine Eflâkî’ye göre, Moğol şehzâdesi  Keygatu Han da Konya’ya geleceği zaman, Sultân Veled’e önceden “şehri zapt için değil, gezmek için geleceğini” haber vermiş, geldiğinde (ki bu 690/1291 tarihine rastlar: Yazıcı 1986: 10) de onu ziyaret etmiş, mürîdi olmuş ve hattâ dedesi Sultânu’l-Ulemâ’ya Belh’de “Harzemşah’ın yaptıkları için özür dilemiştir.  Keygatu Han, Konya’dan ayrıldıktan sonra şehir halkı, kendilerini ondan kurtardığı için  Sultân Veled’e olan mürîdliklerini yenilemiş,  bağlılıklarını göstermişlerdi  (Eflâkî 1977: 611-13; 1987: 57-58).

Sultân Veled Maârif'te Moğol şehzâdeleri ve sultânlarının büyüklük ve sertliklerinden korkan halkın, şehzâde olmadığı hâlde başına sorguç koyan alelade bir Moğol’a dahī, dış görünüşünden dolayı hürmet ettiklerini, küstahlık ve edepsizliklerine katlandıklarını, hiçbir yeri ve işi olmayan bu Moğal’a dış görünüşü için hürmet ettiklerini söylerken (Sultân Veled, 1350 (1931): 120; 1974: 169), onların halk indindeki imajını gâyet güzel  tasvir etmiş  ve onların değersizliğini haykırmıştır. 

Şimdi, insaflı bir okuyucuya soruyorum:

  1. Kerâmetlerle dolu ve insanları hikâyelerle eğitme gayesindeki bir kitap tarih kaynağı olur mu? İşine geldiği bölümleri hiç kaynak olarak eleştirmeden alan, işine gelmeyen bölümlerini “Ama o sadece bir menâkıbnâme, övgü ve kerâmetlerle doludur. Bunların gerçekten yaşanmış olduğu söylenemez” diyen kişiden tarihçi olur mu? 

Nitekim, Menâkıbu’l-ârifîn’e dayanarak Hz. Mevlânâ’nın Tıp dahil birçok ilimde hâzık/derin olduğunu  söylediğiniz zaman: Bunu iddia eden bir menâkıb kitabıdır. Övgü için söylemiştir, ona inanmamızı bekleme!” diyen tarihçi, Hz. Mevlânâ veya Hz. Şems’le ilgili, kendi yorumuna göre birçok olumsuz anlatıyı, hem anlatıldığı metnin konteksinden çıkarıp hevâsı doğrusunda yorumlayarak onları karalamakta kullanmakta bir beis görmez. Bazı pasajlardan yola çıkarak onların kâtil ve câni olduğunu iddia edecek kadar ileri gider. Bunun, tarihçilik veya ilim adamlığı olmak şöyle dursun, sıradan bir  insanlık bile olmadığı açıktır.

2. Mesnevî bir casusun sözüne benziyor mu? yukarıdaki sözler (Farsça orijinali değil, Türkçe’ye tercümesi olduğu halde hâlâ çok etkili) bir casus sözüne benziyor mu?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Hülya Küçük Arşivi