Fuat Sezgin'e göre İlim Adamının Sabrı
Geçen haftaki "Akademik Teşvik ve Fuat Sezgin Hoca Tipi İlim Adamı Arasındaki Korkunç Uçurum" başlıklı yazımızda, Fuat Sezgin Hoca örneği üzerinden, "ilim adamının zühdü" konusunu işlemiştik. Okuyanlar hatırlayacaktır, orada (yâni "Hakîkî bir zühd ve güzel bir sabır" cümlesi içinde) bir de "sabır" konusu vardı. Bu konuya da değinmek gerekir, diye düşündüm. Evet, ilim adamının zühdü, "paraya vakit ayırmamak ve vaktini çok iyi kullanmak"sa, sabrı neydi?
Fuat Sezgin Hoca sabırla, "yapılan bir çalışmanın alelacale bitirilip yayınlanmamasını" kastediyor ve bu hataya en çok batılı ilim adamlarının (!) düştüğünü söylüyordu. "Bunlara aslında ilim adamı bile denemez, olsa olsa şarlatanlar" diye de ekliyordu. Bir kere bulduklarını veya elde ettiklerini söyledikleri çoğu ilmi gerçek, aslında başkaları tarafından, genelliklede Doğu'lu âlimlerin daha önce keşfettikleri hususlardı (Birçok bilimsel-teknik buluşun Müslüman bilim adamları tarafından bulunmasına rağmen, keşfedenin kendileri olduğunu iddia eden Batılı pseudo-bilim adamlarınca sahiplenmesinin yüzlerce örneği için Alman Doktor Sigrid Hunke’nin 1967 yılında yazmış olduğu Allah Snne uber dem Abendland adlı ve dilimize Avrupa’nın Üzerine Doğan İslâm Güneşi, trc. Servet Sezgin, 1972 olarak dilimize çevrilen muhteşem esere bakılabilir.)
Sezgin Hoca, Batılı bilim adamlarının, buldukları sonuca kendileri ulaşmışsa bile, sonucun kesinliğinden doğru düzgün emin olmadan, gerektiği kadar deneyi tekrar etmeden veya bakılması gereken bütün referanslara bakmadan yazdıklarını da belirtiyordu. Tabii asıl gayeleri de tanınmak ve ünlü olmak. İlim adamı, öğrenmeye âşık olduğu için ve ilim yerine başka birşeyle iştiğâl etmeyi "boşa vakit harcamak" olarak gördüğü için ilim adamıdır.
Ancak şunu kabul etmek gerekir ki yeterince beklemeden veya araştırma yapmadan söz söyleme sanatını bazı dallarda onların elinden biz kısmen devraldık galiba. Özellikle doktora öğrenciliği döneminde, hele hele doktora diploması alan herkesin ertesi gün yeni açılmış bir üniversitede "Dr. Öğretim üyesi" olduğu şu dönemde, bu acelecilikleri çok sık ve rahatsız edici bir şekilde görmeye başladık. Öğrenciler artık hiç çekinmeden "hocam bir an önce bitirmek, ben de sizin gibi hoca olmak istiyorum" diyebiliyor. Öyle ya! Biz de onlar gibi hemencecik hoca oluvermiştik(!). Yıllar yılı tez çalışmamış, makale yayınlamamış, sınavdan sınava koşmamış., vs. hemen atanmıştık bir üniversiteye… Rastgele konular, Türkçesi bulunan eserler ve elyazması okuması içermeyen çalışmalara doğru bir hücûm var âdetâ… Bunu yapmak isteyen öğrenciler içinde, daha önceki dönemde, doktorası için "sınırsız süre" ye sahip olan öğrenciler de var… 6-7 yıl bu dalda bir şey yapmadan beklemiş, şimdi gelmiş kısa yoldan doktorasını bitirmek isteyenler… Önerdiğiniz konuları ağır bulanlar vs.… bunlar içinden çıkıyor genelde. Artık doktora öğrencisi almakta ağır davranıyorsak, sebebi bu. Ve haklıyız…. Yerden göğe kadar ….
Doktora sonrasında da var tabii acelecilik. Bir an önce doçent olmak, profesör olmak , hatta yayınlayacak iyi bir yayınevi bulmanın güçlüğüne binaen kendisinin mâlî katkısıyla kitabını bastıranlar… Hatta böyle yayınlamayı artık adı duyulmuş yayınevleri bile yapmaya başlamış. Akademisyenin kendisi verecekse, yayınlamak nedir ki… Tabii burada, çalıştığı konu çok mücerred ve halkı ilgilendirmez olduğu için yayınevlerini ikna edemeyip kendileri bastırmak zorunda kalanları tenzih ediyorum. Onlar da haklı.….. Yerden göğe kadar ….
Ne olursa olsun, ilim yapanlar, Hızır'la Hz. Musâ' arasındaki şu muhâvereyi hiç akıldan çıkarmamak durumundadırlar:
(Kul/Hızır):"Sen benimle beraberliğe asla sabredemezsin. İç yüzünü kavramadığın bir şeye nasıl sabredebilirsin ki?.
Mûsâ: İnşallah beni sabırlı bulacaksın. Hiçbir işte sana karşı gelmeyeceksin" … (Kehf 18/67-69).
Galiba biz biraz Hz. Mûsâ'ya benziyor, ilmin sabır istediğini bildiğimiz halde sonuçta sabırsız oluyoruz. İşin bu tarafını düşündüğünüz zaman, yıllar yılı üzerinde çalıştığınız tezlerinizi, kitaplarınızı ve makaleleriinizi, en azından bazılarını, gözden geçirerek, üzerinde çalışarak yeniden bastırma yolu arayacağınızı — doçentlik veya profesörlük çalışmasını, kendi katkısıyla bastıran bir akademisyen olmayıp iyi bir yayınevi arayan biri olmama rağmen—, "bi't-tecrübe" biliyorum…