BU DİYANET HEPİMİZE LAZIM
Bir şamar oğlanı aranıyordu; bulundu. Herkes bir biçimde Diyanet’e vurarak rahatlıyor. Dahası, böyle yaparak bütün sorumluluğu üzerinden atıyor. Her şeyin müsebbibi de Diyanet, sonucu da.
Fetö denen hain bir yapılanma devleti neredeyse bütünüyle ele geçirmek üzereydi, sorumlusu Diyanet! 15 Temmuz meş’um işgal ve darbe girişimi yaşandı, sorumlusu yine Diyanet! Ülkenin bazı bölgelerinde Fetö rol çalarak din eğitimi ve hizmeti veriyormuş, sorumlusu, alanı boş bırakan Diyanet! Alevîler mağdur ediliyormuş, onun suçlusu da Diyanet! Fetullah Gülen, örgütünü cami kürsülerinde ilmek ilmek dokumuş; sorumlusu buna göz yuman Diyanet! Bütün olanlardan sonra rapor hazırlamakta gecikmiş, üstelik raporu da analitik değil, tasvîrî imiş. Kutlu Doğum Haftasını bile malum örgütün arzusu doğrultusunda Nisan ayına sabitlemiş. vs. vs.
Hiç kimse gibi hiçbir kurum da eleştirilemez değildir. Peygamberler -o da peygamberlik görevleriyle sınırlı olmak- dışında hiç kimse “ismet” yani yanılmazlık niteliğini hâiz değildir. Ama adalet ve insaf herkesin kuşanması gereken bir erdemdir. Dolayısıyla er kişiye, eleştirirken âdil, vurmadan önce insaflı olmak yaraşır.
Şimdi soralım: Kırmızı Kitap’a girdikten sonra Fetö diye isimlendirilen yapılanma, devleti ele geçirirken bu ülkenin siyasî elitleri, istihbarat birimleri ve yüksek bürokratları ne yapıyordu? Onlar yapmakta oldukları işleri yaparken Diyanet, aslında piyasada benzeri çokça bulunan bu yapıyı dinî söylemleri açısından eleştirebilir miydi? Sonuç itibariyle bürokratik bir anayasal kurum olan ve belli bir hiyerarşiyle devlet mekanizmasında üstleri bulunan Diyanet, devletin on yıllardır “sahip çıktığı” bir cemaate “sapkın” raporu verebilir miydi? Her şeye rağmen verdiğini var sayalım, kâle alınır mıydı? Yoksa Ergenekon-Balyoz davalarına yeni bir sanık mı eklenirdi?
(Aslında Kurum, daha önceki yıllar içinde Fetö’nün beslendiği kaynaklar ve bazı kitaplar hakkında raporlar hazırlamış ve ilgililere de takdim etmiş. Fakat siyasî-sosyolojik gerekçeler -siz buna hikmet-i hükûmet de diyebilirsiniz- bu tespitlerin ötelenmesini sonuçlamıştır.)
Yukarıdaki soruların cevabını kolaylaştıracağını umduğum başka bir soru daha yönelteyim: Fetö’nün din anlayışını, dinî bilgi kaynaklarını ve söylem şeklini tahlil sadedinde sıralanan hususlar, sadece Fetö’ye mi özgü; yoksa farklı ton ve dozlarda (bazen daha fazlasıyla) da olsa günümüz Türkiye’sinde toplumu domine eden sâir bazı dinî yapılanmalarda da mevcut mu?
Mesela Allah ile görüşme, gayba muttali olma, rüyada bilgi-hadis alma, seçilmişlik duygusuna sahip olma, cemaat önderini günahsız, hatasız ve sorgulanamaz görme, iradesini bütünüyle ona teslim etme (şimdilerde Fetö dolayısıyla “mankurtlaşma” diyorlar), ezoterik/bâtınî bilgi kaynaklarına sahip olduğuna inanma, levh-i mahfuzu ayânen müşahede etme, meleklerle görüşme, önderini mehdi olarak görme gibi hususiyetlere sahip olan dinî oluşumlar var mı?
Yine mesela “Allah Teâlâ ete kemiğe büründü şeyhim falanca olarak göründü” diyen, “Azrail şeyhimin canını almaya geldiğinde şeyhim ona ‘şimdi git, daha yapacak işlerim var’ dedi” diyen, “Münker ve Nekir kabirde sorguya geldiğinde ‘falan tarikatın falan kolundanım’ dersen, sana dokunmazlar” diyen, “Bizim en esaslı görevimiz, Gavs’a ve onun evladına hizmet etmektir” diyen, “Falan üstadımızın rüyasında Peygamber-i Zîşan’dan bizzat dinlediğine göre Efendimiz şöyle buyurmuştur” diye hadis (!) nakleden, “Şehrimizde falan gün olacak depremi Allah ile görüşerek savdım” diyen, hurûfîlik ve cifr yoluyla kıyametin kopacağı tarihi kitaplarında yazan, Allah’a ulaşmak için, kadın olsun erkek olsun şeyhlerinin fotoğraflarıyla râbıta vs. yapan kimseler ve onlara tâbi binler yok mu?
Fetö ile pek çok açıdan aynı din anlayışına sahip olan bu yapılar için Diyanet bir rapor hazırlayabilir mi? Benim cevabım çok net: Şu anda hayır! Ne zaman ki, Kırmızı Kitap’a girer ancak ondan sonra. “Falancanın şu camide vaaz etmesine niçin izin vermiyorsunuz?” diye çıkışan bir irade; “Ama bunlar bizim tarihî-kültürel gerçekliğimizdir” diyen bir akademi, kendileri de bir şekilde bu tür yapılarla irtibatlı olan bir bürokrasi böyle bir rapora razı olur mu?
Ne demiştik: Adalet ve insaf!
Diyanet’in hazırladığı Fetö raporunun, kendisine vurulmasına vesile kılınması da traji-komik bir gelişme. Neymiş, mezkûr rapor, F. Gülen’in sözlerinden alıntılarla doluymuş; tahlil ve tenkit yönü ya hiç yokmuş ya da çok zayıfmış, 15 günde hazırlanıvermiş, hatta Gülen’e itibar kazandıran bir rapormuş!
Bir kere bilinmelidir ki, ilgili raporun kamuoyuna sunulduğu basın toplantısında da duyurulduğu üzere Diyanet, bu konuda üçü yayımlanmış bulunan biri de yayım aşamasında olan dört ayrı çalışma yapmıştır. Kamuoyunun “Diyanet’in Fetö Raporu” diye andığı yayın “Kendi Dilinden Fetö” başlığını taşıyor. Adından da anlaşılacağı gibi bu kitap, F. Gülen’in kendi sözlerinden hareketle onun din anlayışını çıplak bir tarzda ortaya koymayı hedeflemiştir. Genel kamunun doğrudan doğruya onun saçmalıklarına ve sapkınlıklarına muttali olması ve aklı-ı selim ile kendi değerlendirmesini yapması amacıyla, bu yöntem özellikle seçilmiş görünmektedir. Önsözünde belirtildiğine göre bu rapor, son 15 günde hazırlanmış da değildir. 03-04 Ağustos 2016 tarihinde toplanan Olağanüstü Din Şurasının Din İşleri Yüksek Kurulu’na verdiği göreve istinaden bir yıllık bir çalışma sonucunda meydana gelmiş. Kitabın içeriği örgüt elebaşının Türkçe olarak neşredilen 80 kitabının satır satır incelenmesi ve 40 bin dakikayı (yaklaşık 670 saat) bulan sesli ve görüntülü konuşmalarının saniye saniye dinlenmesiyle oluşturulmuştur.
Bu rapor yanında onunla aynı tarihte basına dağıtılan ve halkımıza da arz edilen “Gülen Yapılanması: 15 Temmuza Giden Süreçte Fetö’nün Analizi ve Tavsiyeler” başlığını taşıyan 160 sayfalık kitap, bu örgütlü din istismarı hareketinin din telakkisini akademik bir bakışla ele almaktadır. Arka kapak yazısında belirtildiğine göre bu eserde, 15 Temmuz’a giden sürecin doğru bir şekilde anlaşılması ve çözümlenmesi amacına matuf olarak Gülen yapılanması, mahiyeti, tarihteki benzer örnekler, söz konusu yapının siyasî-toplumsal çerçevesi, teşkilatlanma tarzı gibi farklı açılardan analiz edilmiş; ayrıca bundan sonra benzer bir sürecin yaşanmaması için alınması gereken tedbir ve tavsiyelere yer verilmiştir.
“Fetö: Örgütlenmiş Din İstismarının Tahlili” başlığını taşıyan 210 sayfalık bir diğer kitap da aynı işi daha popüler bir dille yapmaktadır. Yetkililerin bildirdiğine göre Fetö’nün on ayrı açıdan dinî analizini yapan bir edisyon da yayımlanmak üzeredir.
Tekrar ifade edelim ki, hiçbir kişi gibi hiçbir kurum da lâ yüs’el değildir. Adalet ve insaf dairesindeki eleştiriler, kişisel ve kurumsal gelişim için elbette hayatî derecede önemlidir. Ama kişiler üzerinden kurumsal saldırılarda bulunmak ya da kurum üzerinden kişisel hesapları görmek herkese kaybettirir.
Ne olursa olsun Diyanet bu ülkeye, bu coğrafyaya ve bu dünyaya yani hepimize lazım bir kurumdur. Aksi durum bugün İslam dünyasının pek çok yerinde görülen “dinî terör”(!), mezhep kavgası, kardeş katli, fetva anarşisi ve toplumsal kaostur.
Tercih sizin…