Sezai Keskin
Sezai Keskin BİZ VE ONLAR

BİZ VE ONLAR

 

 

Lahuti bir akşam…Hayatın evine çekildiği an; sokak lambaları altından geçerken, yiyecek bulmak için kağıt, plastik, cam kırıkları, paslı tenekeler arasından çöpleri karıştıran sokak hayvanlarını seyre daldım. İri bir kedi yol ortasına bırakılan çöplere yaklaştı. Merakını cezbeden kutunun içine kafasını soktu sonra çöp poşetine baktı. Belli ki çok açtı. Bunları yol kenarına, kaldırıma bırakmayan kişi meraklı ve aç bir hayvanın o sırada gelen aracın altında kalmasını düşünmemişti. Sokak hayvanları arabalardan kaçmayı öğrenseler de çoğu durumda açlık baskın gelir ve yiyeceğe ulaşmak için trafiğe aldırmadan yola atlarlar. Sonra iki bakımsız köpek geldi sofraya usulca, başları öne eğik. Soğuktan titreyen tüyleri rüzgarda savrulurken,  anladım; insanların en fazla kaybettikleri merhametmiş. Her canlıya karşı şefkat ve sevgi duymanın güzelliğini, kuytu köşelerde ekmek bekleyen sırılsıklam, ürkek bir köpeğin, bir kedinin bakışlarında bulunduğunu öğrendim. Gerek yok her sözü laf ile beyana, bir bakış bin söz eder bakıştan anlayana. Bana susmak düştü. Sustum… 
Konya. Belde-i Muhayyara; Selçuklu’nun kadim başkenti. Aşkın ve hoşgörünün şehri…Konya’mızın Tahir insanları yaşadığımız yerdeki sokak hayvanlarına nasıl davranıyoruz? Siz yemeğinizi yiyip, çayınızı içtiniz, ama onlar henüz bir şey yemedi, açlar. Bu bizim insanlığımızın ve medeniyetimizin imtihanıdır, açlıktan bir tek sokak hayvanı ölürse sen, ben, hepimiz bu büyük vebal ateşini taşıyoruz demektir. Mahkeme-i Kübrâ’da o hayvan: ‘’falanca kişi gel bakalım buraya diyecek’’ yakandan tutup, sırat köprüsünün yanında. Bu utanç bizi zelil ve mağlup eder. Müslüman bir ülkede, Aşıklar Şahı Mevlana’nın şehrinde açlıktan hayvan öldü denilmesin. Bir başkasının varlığına "tahammül etmek" demek değildir hoşgörü. Baktığını hoş görmek; baktığın mahlukattaki güzellikleri fark etmektir.
Koca Sultan, Hazret-i Mevlânâ ne güzel buyurur:                                                                                                                         “Ay geceden ürkmediği, karanlıklardan kaçmadığı içindir ki nûrlandı, ışık saçmaya başladı. Gül de o güzel kokuyu diken ile hoş geçindiği için kazandı.”                                                                                                    “Bu hakikati gülden de işit. Bak o ne diyor: Dikenle beraber bulunduğum için neden gama düşeyim, neden kendimi kedere salayım? Ben ki gülmeyi, o kötü huylu dikenin beraberliğine katlandığım için elde ettim. Onun vesîlesiyle âleme güzellik ve hoş kokular dağıtma imkânına kavuştum…”
Cennet mekan ecdadımız Osmanlı’da hayvanlar, kanunlarla devlet tarafından koruma altına alınmıştı. Hayvanlara iyi bakılmaları için maaşlı memurlar tahsis edilmişti. Fırıncılara ve kasaplara köpekler için aylık bir miktar para verilirdi. Yeni inşa edilen binalarda kuşlar ve güvercinler için su yalakları yapılırdı. Dolmabahçe’de kuş, Üsküdar’da kedi hastaneleri, cami ve mezarlıklarda sulaklar ve kuş evleri vardı. Sonbaharda geri dönemeyen, bakıma muhtaç leylekler için Bursa’daki düşkün leylekler evi, dünyanın ilk hayvan hastanesidir. Padişah III. Murad, taşımacılıkta kullanılan at ve katırların haklarını korumak için 1587’de taşıyabileceklerinden fazla yük yüklenmemesi ve cuma günü tatil edilmesine yönelik ferman çıkarmıştı. Kur'an-ı Kerim'de bazı sûrelerin çeşitli hayvan isimleri (Bakara-inek, Nahl-arı, Ankebut-örümcek, Neml-karınca) isimlendirilmesi din-i İslamın hayvan haklarına verdiği en önemli örneklerdendir. 
Sultân-ül Ârifîn Bayezid-i Bistâmî Hz. bir gün yolda giderken yanından geçen bir köpeğin elbisesine değip necâset bulaşmasın diye, eteklerini topladı. O anda köpek hal diliyle şöyle dedi: 
- “Şayet benden sana kir bulaşacak olsa eteğini yıkayarak temizlersin fakat kibirden geri çekildiysen
kalbindeki kiri, yedi deryâ temizlemez.”
Ve devam etti: 
‘’eğer sen cennete gidersen benden üstünsün, cehenneme gidersen ben senden üstünüm’’.  Halihazırda kimin kimden üstün olduğu belli değilken sokakta gördüğümüz bir hayvana hor gözle bakamayız. “Nefsini bilen Rabbini bilir!.” hadis-i şerifinin sırrına eren, hikmet ehli zatlar nefsini sokakta gördüğü köpekten aşağı bilir. 
Hz. Ali bir gün yolda acele ile giderken bir karıncayı incitti. Karınca ayaklarını oynatarak çırpınmaya başladı. Hz. Ali karıncanın halini görünce üzüldü, perişan oldu. Karıncanın toparlanıp yürümesi için birçok çare denedi ama nafile… O gece rüyasında gördüğü Hz. Muhammed’i(sav) ona dedi ki:
 
- Ey Ali! Yolda acele etme!. İki gündür bir karınca yüzünden gökler yasa boğuldu. Yolda incittiğin
hakikatten haberdar, devamlı zikreden bir karıncaydı. Hz. Ali’nin titrediğini gören Allah Resulü dedi ki:
- Merak etme!. Hesap gününde şefaatçin yine o karınca olacak.                                                                               - ’’Ya Rabbi! O bu işi kasten yapmadı.’’ diyecektir.
Tek varlığı masumiyeti olan, kulakları, kuyrukları kesik, başları taşlarla ezilen, çeşitli işkencelere uğrayan hayvanların da Allah’ın kulları olduğunu bilelim. Aramızda kalsın; (bu bir sırdır) köpek veya kediye kötü davranmak cin çarpmasına neden olabilmektedir. Gözümüzden dökülen incimiz, Habiballah(sav) buyurdu ki; "Merhamet edene Allah da merhamet eder; siz yerdekine merhamet edin ki, gökteki de size merhamet etsin." Merhamet, bazen sokaktaki kedinin önüne konulan bir parça ekmek, yada sahipsiz kalmış bir köpeğe barınaktır. Vicdanlara emanet edilmiş bu sevimli dostlarımızla beraber yaşamayı iyilik yarışına çevirebiliriz, bir lokma ekmek, bir baş okşama uğruna ömür boyu dostluğunu kazanabilir ve yüzümüzde cennet neşesi taşıyabiliriz. Kızılderililer, ayak parmaklarında gözleri olduğuna inanırlarmış, karıncaları ezmemek için. Ahmed Rufâi Hazretleri, tarlada gezerken bir çekirge gelip üzerine kondu ve elbisesinin gölgelik bir yerini kendisine siper etti. Ona hiç dokunmadı, rahatsız edecek hareketlerden kaçındı. Sebebini soranlara:
 - O bize gölgelenmeye geldi, dedi.
Hâlıktan ötürü, mahluka merhamet...
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Sezai Keskin Arşivi