ALLAH DE, ÖTESİNİ BIRAK
Eski zamanlarda bir Hükümdar, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacaktı? Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu hükümdarı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu. Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kaldı ama, kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. Açtı… Kese altın doluydu. Bir de hükümdarın notu vardı içinde… ”Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir” diyordu hükümdar. Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı
“Her engel, hayatımızı daha iyileştirecek bir fırsattır ..”
‘’Külillah sümme zerhum" (Allah de, ötesini bırak) Sure-i Enam 91
Bu manayı insan avucunun tam içine yazmalı! Diline ve kalbine öğretmeli!.. Koskoca bir tablo yapıp yatak odasına, mutfağa, salona, iş yerine asmalı.
Onun için, Mana Sultanı Şems-i Tebriz-i der ki; ‘’İşin Allah’a kalmışsa olmuş bil!’’
Zamanın durduğu anlar vardır. Gümüş yüzlü Ay, ayağında dilsiz terlikler yavaş yavaş göğün balkonlarına tırmanırken, yıldızlar gökte, kırda sere serpe yatan çiçekler gibi açmışken, o an hiç bitmesin istersiniz. Hayatta insanı bu kadar büyüleyen çok az şey vardır. Karanlığın ışığa direndiği bu dakikalarda hayat daha sonsuz görünür, bulutsuz sevinçler kaplar her yanımızı, kafessiz bülbül ruhumuzu ısıtır. Muhteşem siyahlığın ve yıldız oyunlarının esiri oluruz. Karanlık bastırdıkça aslında geceye değil kendi içimize doğru yol alırız. Geceniz koyu rengi yağmur tadında, bir sırdaş dost gibi kucaklar ruhumuzu ve çok uzaklara taşır bizi… İşte o an bırak dertler ardında kalsın, Allah (cc) hüzünlü kalbi sever. Gecenin siyah, kalın duvarlarına vuran hıçkırıklar kanadı kırık kuş yüreğinin kan kırmızısı ateşini giyerken yitik hayallerinin resmini çiz aşk aynasına. Uzaklar yakın olsun; bırak artık! Çünkü “el-vekil” olan Allah sana yardımcı olacaktır. Daldan kopan yaprak, gözden düşen yaş, limandan ayrılan gemi, yaydan fırlayan ok mutlu bir kavuşmadır. Yaprak toprağa, yaş yüreğe, gemi başka bir limana, ok hedefe kavuşmak için yol alır. Bil ki; uçurtmalar rüzgar kuvvetiyle değil bu kuvvete karşı uçtukları için yükselirler.
Şeytan, insanı duygusallığa ve isyana sürüklemeye çalışırken, mümin, aklını Allah sevgisi ve korkusuyla besler, O’na sığınır. Çileye karşı ilaç sabırdır. ‘Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan ve canlardan eksiltmekle imtihan edeceğiz, sabır gösterenleri müjdele.’ (Bakara Suresi, 155)
Ululardan birine sordular:
- ‘’İnsanda dert, keder ne zaman biter?’’
Tatlı bir tebessümle cevapladı:
- ‘’ Cennet’e ayak bastığımızda’’
Dünya rahatlık yeri değil, keyif sürecek, huzur bulacak yurt hiç değil.
Dertlerimiz bela değil aslında bir nimettir. Onun için büyük üstad Niyaz-i Mısri Hazretleri
‘’Dermân arardım derdime derdim bana dermân imiş,
Bürhân sorardım aslıma aslım bana bürhân imiş’’ buyurdu.
Aşk Sultanı Şah-ı Mevlana Hazretlerine (kuddusi sirruh) sordular: ‘’Aşk nedir?’’
- ‘’Dert zamanı gönülde neşe ve ferahlık bulmak.” dedi.
Ey gönül! Durul artık! ‘’Allah var keder yok’’…
Vazgeç dostum!
Allah de, ötesini bırak!