Şenol Metin
Şenol Metin Akademisyen atamada yöntem arayışı

Akademisyen atamada yöntem arayışı

‘Ne Yapılmak İsteniyor!’

Akademik Atama ve Yükselme mevzuatını yaklaşık  6 aydır çalışıyoruz. Hazırladığımız raporu bugün baskıya verdik. Temmuzun 3. Haftasında yapacağımız basın toplantısı  ile kamuoyunun bilgisine sunacağız. Bu çalışma, Eğitim-Bir-Sen’in sadece  sendika olmadığı mottosu ile sürdürdüğümüz çalışmalar içinde müstesna bir çalışma olacak.

Yaptığımız çalışmanın yel değirmenleri ile savaş olduğunu biliyoruz. Ama biz ‘hakikatı söyleyelim de kıyamet koparsa kopsun’ diyor ve yükseköğretim sisteminin kanayan bir yarasına parmak basması dolayısıyla çok değerli buluyorum. Emek veren tüm arkadaşlarıma şükranlarımı sunuyorum. 

Çalışmada 6 oturum halinde  ilgili mevzuatı analiz ettik. Dünyadaki uygulamalara baktık, bir çerçeve oluşturduk. 

Daha sonra akademisyenlerin bu yönetmeliklere negatif tutumunun arka planını anlamaya çalıştık. Bu amaçla saatler süren görüşmeler yaptık. 

Ardından üniversite yönetimleriyle ‘bu düzenlemeye  niçin ihtiyaç duyuldu?’  sorusu üzerinde derinlemesine görüşmeler yaptık. 

Nihayetinde konu, 100’ün üzerinde her unvandan bilim insanı ile nitel ve nicel analiz edildi ve elimizdeki bu rapor ortaya çıktı. Çok büyük bir emeğin mahsulüdür. 

Bu müjdenin ardından kendimize soralım;

Biz bu çalışmaya niçin ihtiyaç duyduk?…

Çağın en stratejik güç kaynağı bilginin üretilmesindeki tekel konumu nedeniyle üniversite fevkalade önemli bir kurumdur. Bu, üniversiteyi tüm tartışmaların odağına yerleştirmektedir. Üniversitenin kendisinden beklenen bilgi üretimini sağlayabilmesi ‘araştırma fonksiyonu’,  üretilen bilginin öğretilmesi ve bir beceriye dönüştürülebilmesi ‘öğretim fonksiyonu’  olarak tanımlanır.  Üniversitenin bu görevleri ifa edebilmesinde üniversitenin insan kaynağının niteliği belirleyicidir. Bu nedenle akademisyen dediğimiz bilim insanları hayat boyu devam eden bir öğrenme ve eğitim sürecinin parçasıdırlar.  Yüksek lisans, doktora ve doçentlik süreçlerinde kendisini geliştirmek, kendisine katkıda sunmak zorundadır.

Üniversiteler de bu çerçevede, daha nitelikli insan kaynağına ulaşabilmek ve var olan insan kaynağını daha nitelikli hale getirmek için çalışmalar yapmakta, standartlar belirlemektedir. Bu standartları Akademik Atama ve Yükseltme Yönetmelikleri/Yönergeleri olarak mevzuat çerçevesine oturtmaktadırlar. Aslında Yükseköğretim Kurulu tarafından çizilmiş ulusal düzeyde iki çerçeve yönetmelik var ve bu yönetmeliklerde  asgari standartlar ulusal düzeyde belirlenmiştir. Ulusal düzeyde belirlenmiş bu çerçeve, bazı üniversiteleri tatmin etmemiş olacak ki 10 yıl kadar önce az sayıda üniversitede yeni standartlar belirlemek için başlayan süreç yaygınlaşarak devam etti. Son 4-5 yıldır bütün üniversitelerimiz ardı ardına Akademik Yükseltme Yönetmeliklerini yayınlamakta. Bu yaygınlık, ulusal düzeyde bir sufle olduğu izlenimi üretmekle birlikte büyük bir tartışmayı da tetiklemiştir.  Bu tartışmaların iki tarafı vardır;

İlki bu mevzuatı hazırlayan üniversite yönetimleri,

Diğer taraf ise bu mevzuattan etkilenen, çoğu zaman da mağdur olan akademisyenler.

Bu çalışmayı yapmadan önce üniversite yönetimleriyle konuyu değerlendirdiğimizde ilk kurulan cümle nitelikli akademisyen istihdamı arayışı olduğunu duyuyoruz. Görüşme detaylandırıldığında esas gerekçenin ‘üniversite sıralamaları’ olduğunu öğreniyoruz.  Ticari az sayıdaki kuruluş üniversiteleri kendi öncelikleri çerçevesinde sıralamaktadır. Bu sıralamalar küresel, ulusal ve üniversite yönetiminin şahsi itibar göstergesi olarak kullanılmaktadır.  Akademik Yükselme ve Atama mevzuat çerçevesinin belirlenmesinde üniversitenin öğretim kalitesinin arttırılması, ölçülmesi gibi bir arayışın olmadığını  görebiliyoruz. Asıl saikin tekelleşmiş ticari şirketlerin yayınladığı sıralamalarda bir üst sıraya yükselme olduğunu görüyoruz .

Yine bu çalışmayı yapmadan önce akademisyenlerimizle de bu mevzuatı  ayrıntılı değerlendirdik.  Raporun bütününde de görüleceği üzere akademisyenlerimiz mevzuatın ve mevzuatın getirdiği niteliklerin üniversitenin öğretim ve araştırma kapasitesine katkı sunmayacağını, akademisyenlerin mevzuatın zorladığı nitelikleri karşılayamayacağını, bu yüzden  yıllardır hizmet ettiği üniversitesinden ayrılmak zorunda dahi kalacağını, özlük hakları kayıpları ve büyük mağduriyetler yaşayacaklarını söylemektedir.

Bu kadar büyük tartışmalar yaratan metinlerin katılımcı bir çerçevede tartışa tartışa olgunlaştırılması gerekirken maalesef, üniversitelerimiz çok dar bir kadro ile metinleri hazırlamakta ve akademisyenlerin çok büyük bir kısmı yayınlandıktan sonra bilgisi olmaktadır. İntibak için gereken sürelerin çok kısa belirlenmiş olması da mağduriyeti aşan çaresizlik hissi üretmektedir.

Bu çalışma öncesinde yalnızca Konya üniversitelerini değil, pek çok üniversitenin Akademik Yükselme ve Atama mevzuatını bilim alanlarını da dikkate alarak detaylı analiz ettik. Dünyanın bu işi nasıl yaptığına baktık. Gördük ki;

Ticari akademik ranking şirketleri üniversite sıralamalarını belirlerken kullandığı ölçütler, aralarında küçük  farklılıklar olsa da ağırlıklı olarak akademik yayın merkezlidir. Bunun bir arka planı olması gerektiğini değerlendirdiğimizde şu ortaya çıktı;

Türkiye gibi ülkelerin binbir güçlükle ürettiği, çağın en önemli güç kaynağı bilgi, uluslararası sisteme akademik yayın olarak difüze edilmektedir. Teknoloji devleri aldığı bu bilgiyi inove ederek Türkiye gibi ülkelere teknoloji olarak satmakta ve  bağımlılık sürekli kılınmaktadır.

Akademik yayıncılığın teknoloji devlerinin kontrolünde olması tesadüf değildir, akademik yükselme sisteminin yayın merkezli olması tesadüf değildir. 

Akademik yükselme sisteminin yayın merkezli kurgulanması sadece binbir emekle ürettiğimiz bilginin küresel sisteme transferi gibi bir sonuç üretmekle kalmamakta aynı zamanda yayın kalitesinden predotary yayıncılığa kadar giden komplikasyonlara da neden olmaktadır.  Mezunlarının istihdam oranları, uluslararasılaşma düzeyi, kaynak yaratma kapasitesi, faydalı model, fikri mülkiyet, teknolojik ürün üretme kapasitesi gibi, topluma hizmet uygulamaları, eğitim öğretim ortamları gibi daha ölçülebilir ve üniversiteyi daha işlevsel kılacak ölçekler geliştirilebilecek iken maalesef bir kurgu sisteme Türkiye’nin geleceği mahkum edilmektedir. Niçin?

Üniversite yönetimi görev yaptığı 4-5 yıllık zaman dilimi içerisinde üniversitemizi  şurdan şuraya getirebildik diyebilmesi için…

Değer mi!...

Bir ahlaki soruna da bu vesile değinmek istiyorum;

Kendisinde var olmayan nitelikleri başkasından istemek…

Üniversitelerin hazırlamış oldukları  akademik yükselme mevzuatlarını, bu mevzuatı hazırlayan ve kabul eden üniversitenin senatolarına simule ettik. Bir üniversitemiz için yaptığımız simülasyonda  61 Profesör ünvanlı senatörün 43’ünün kendi hazırladıkları ve kabul ettikleri mevzuata göre görev yaptığı üniversiteye Doktor Öğretim Üyesi olarak atanamadığını gördük ve üzüldük.

Sonuç olarak tüm bunları değerlendirdiğimizde;

Yaptığımız çalışmanın yel değirmenleri ile savaş olduğunu biliyoruz. Ama biz ‘hakikatı söyleyelim de kıyamet koparsa kopsun’ diyor ve yükseköğretim sisteminin kanayan bir yarasına parmak basması dolayısıyla bu çalışmayı çok değerli buluyorum.

Emek veren tüm arkadaşlarıma şükranlarımı sunuyorum. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şenol Metin Arşivi