AĞRI
Sözü terör meselesine getireceğim.
Adamın birisi doktora gitmiş. Bilirsiniz bizim doktorların önünde uzun bir hasta kuyruğu vardır. Özel doktordan söz etmiyorum. Devlet hastahanesinden bahsediyorum. Eskiden devlet hastahanesinin adı “millet hastahanesiydi”. Demek ki “milletten” devlete geçmişiz… Yani eskiden millet merkezliydik. Daha sonra devlet merkezli hale geldik. Bu ne demektir biliyor musunuz; bu, devlet ile milletin arasındaki mesafenin açılmasıdır.
Osmanlı’da devlet çok önemliydi. “Ya devlet başa ya kuzgun leşe” sözü bunun pratik bir yansımasıdır. Ancak unutulmamalıdır ki, Osmanlı’da sistemin özü insan merkezlidir. Devletin varlığı insanın mevcudiyetiyle mümkündür. Nitekim Osmanlı’nın kurucu iradesi Şeyh Edebali “insanı yaşat ki devlet yaşasın” demiştir. Osmanlı’nın bu insan merkezli orijinal yapısı Tanzimat’a kadar devam etmiş ondan sonra bozulmuştur.
Osmanlı’da bozulmanın ilk tezahürü merkezileşme olarak görülür. Yani devlet ile millet arasındaki mesafenin açılmasıdır. Merkezî devlet anlayışıyla birlikte devlet hantallaşmıştır. Tanzimat ile başlayan bu arızalı süreç Cumhuriyetin kurulmasıyla, merkezî devlet anlayışıyla zirve yapmıştır. Devlette merkeziyetçilik, millete güvenmemenin bir göstergesidir. Devlet ile millet arasındaki makasın açıklığı tarafeynin (iki tarafın) birbirine olan güven bunalımının açısını gösterir. İşte bu iki açı arasındaki genişlik toplum hayatını sarsan mikrobik gelişmelerin temelini teşkil eder.
Toplum hayatımızı şiddetle sarsan mikrobik gelişmelerden birisi terördür. Terörün nasıl önleneceği meselesinden önce bu menfur gelişmenin nasıl ortaya çıktığı meselesinin anlaşılması gerekir. Teşhiste bir hata mı vardır? Çağlayan adliyesindeki menfur olayda teröristlere “vur talimatını “dışardan” verenlerle tetiği çekenler aynı dili konuşuyor. Türkçe konuşuyorlar. Bu ülkenin okullarında tahsil görmüşler. Basından aldığımız bilgiye göre “vur emrini” veren bölücü sol örgütün üyesi olan kişiyi, önceki Cumhurbaşkanlarından Ahmet Necdet Sezer affetmiş.
Şu halde şöyle bir sonuç çıkıyor ortaya; Bizim ülkemizde cezaevine girenler yaptıkları hatanın farkına varıp “pişman” olmak bir yana biraz daha “bilenmiş” olarak çıkıyorlar meydana…. Halbuki adalet ordusunun süzgecinden geçen bu terör mensupları “cezaevine” gönderirken “ıslah” olsunlar diye gönderilmiyor mu? Bizim cezaevlerimiz teröristlerin “bilendikleri” birer mekan mıdır? Son menfur olayda şehit edilen merhum savcımız Kiraz olayı, tek örnek değildir maalesef…. Bu örnekler artırılabilir.
Demek ki cezaevlerimizde problem var. Ama daha önemli bir husus vardır; Aynı lisanı konuşamıyoruz. Veya aynı duyguları paylaşamıyoruz. Tetiği çekenlerle çektirenler aynı lisanı konuşuyor… Terörü dolaylı veya doğrudan destekleyenler de aynı dili konuşuyorlar… Terörist “halk mahkemesinden “ söz ediyor. Eli silahlı teröriste göre “Taksimde halk mahkemesi kurulacakmış ve orada katil polisler yargılanacakmış”…. Yine savcımızı katleden bu teröristin ifadesine göre “Gezi Parkında öldürülen bir kişinin katillerini devlet açıklayacakmış ve bu kişiler ekranlara çıkacakmış ve suçlarını itiraf edeceklermiş”….
Kafaya bakar mısınız?...
Bu ülkede bu teröristleri destekleyen ve “sanatçı” olduklarını söyleyenler var.
MİLLETİMİZİN SAĞDUYUSU SAYESİNDE BUNLAR ATLATILIR VE ATLATILACAKTIR.
1 Mayıs yaklaşıyor. Bu “taksim” meselesini tekrar gündeme getirecekler bazı çevreler…. Çağlayan adliyesinde savcımızı hunharca katleden iki teröristle bazı çevrelerin ortak paydası olan “taksim” dikkatlerimizi çekmiyor mu?.
Göreceksiniz 1 Mayıs’ta yine olaylar çıkarılmak istenilecek.
Kaos ortamı arzu ediliyor karanlık zihinlerde….
Şimdi yazımın başına dönüyorum. Adamın birisi doktora gitmiş. Doktor hastaya sormuş “ağrı nerede?”. Hasta cevap vermiş “Doğu Anadolu’da.”… Doktor yangı tüpüyle hastayı kovalamış…
Maalesef bizim terör meselesinde durumumuz aynen böyledir. Devleti yönetenler sorumluluk duygusu içinde Çağlayan adliyesinde ortaya çıkan güvenlik zaafına çözüm bulmak üzere yeni kararlar alıyorlar. Teröristin avukat cübbesiyle ve sahte kimlikle içeriye girmesinden hareketle avukatların da aranmasıyla ilgili bir karar alınıyor, bir kısım avukatlar buna itiraz ediyorlar. Yine bir bu “bir kısım” avukatlardan birisi olduğu tahmin edilen bir bayan avukat, protesto etmek üzere soyunuyor.
Ne yapalım yani, terörist avukat kılığına giriyor işte…. Savcımızı katleden terörist avukat kimliğini kullanıyor. Yani bu “bir kısım” avukatlar, aranmayı protesto etmekle ne yapmak istiyorlar? Gazetenin birisi manşetine “Çağlayan adliyesinden baro başkanı atıldı” atmış. ….
Bir tarafta sorumluluk duygusuyla terör meselesini çözmeye çalışan bir yönetim var. Diğer tarafta normal yollarda iktidara gelememenin verdiği şiddetli bir hazımsızlık ile her meseleyi terörize etmeye kalkışan, teröristlerin resmini gazetesinin sayfalarına taşıyan, teröristin giydiği şapkanın aynısını giyen, asayişi sağlamaya çalışan polisi suçlayan bir taraf var…
BÜTÜN BUNLARA RAĞMEN BİR MİLLET VAR.
Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun dediği gibi “derin devlet varsa derin millet de vardır”…
TERÖRE KARŞI MÜŞTEREK TAVIR OLMAYI BİLEN BİR MİLLETİMİZ VAR. Giresunluları bu anlamda tebrik ediyoruz.