Yenil Yıl, Yeni Dönem…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Ocak ayında Bakanlar Kurulu’na başkanlık edeceğini açıklaması sonrasında bazı çevrelerin bu duruma tepki göstermesi hiç anlaşılır bir durum değil…
Eleştirilerini Anayasayı gerekçe göstererek temellendirmeleri ise daha da ilginç bir hal alıyor zira Cumhurbaşkanı’nın Bakanlar Kurulu’nu toplama ve başkanlık etme yetkisi zaten Anayasada mevcut olan bir maddedir…
Anayasanın 104.maddesinde Cumhurbaşkanı’nın görev ve yetkileri başlığı altında düzenlenen madde şu şekildedir: ‘’Gerekli gördüğü hallerde Bakanlar Kuruluna Başkanlık etmek veya Bakanlar Kurulunu Başkanlığı altında toplantıya çağırmak.’’
Cumhurbaşkanı’na verilen bu yetki sadece 1982 Anayasasında değil Cumhuriyet tarihinde yapılan tüm Anayasalarda (1921 Anayasası madde 11, 1924 Anayasası madde 31, 1967 Anayasası madde 97) mevcut bir durumdur…
Mamafih Anayasanın verdiği bu yetkiyi Cumhurbaşkanı oldukları dönemde Cemal Gürsel, Fahri Korutürk, Kenan Evren, Turgut Özal ve Süleyman Demirel’in kullandıkları kamuoyunun malumudur…
‘’Dönemin başbakanı’’ iken Cumhurbaşkanlığı seçim mitinglerinde Ananasının verdiği tüm yetkileri kullanacağını belirterek halkın %52 oyu ile seçilen, halkın başkanı olan makamı en yüksek ve direk verilen bir yetkiyle temsil eden cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Bakanlar Kuruluna başkanlık etmesi, iddia edildiği gibi hükümet üzerine gölge değil bilakis daha geniş bir zemin katacağı gün gibi aşikâr olan bir durumdur…
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde milletvekillerinin çoğunluk oylarıyla 7 yıllığına bir kez seçilerek Halka karşı sorumsuz olan bir Cumhurbaşkanı döneminden sonra; 5+5 yıl olmak üzere Halk tarafından seçilerek halka karşı sorumlu bir cumhurbaşkanı dönemine girilmiş olmasından dolayı, Devletin zirvesinin temsil edildiği bu makam sembolik değil fiili bir cumhurbaşkanı portresini zorunlu kılmıştır…
Kendini Çankaya’ya kapatarak ve Makam arabasını kırmızı ışıkta bekleterek halktan ikinci 5 yıl için yeterli oy almak pek mümkün değildir… Halk, oy verdiği kişiden yetkileri çerçevesinde ülkesinin refahı huzuru için çalışması ve ‘’terleyen bir Cumhurbaşkanı’’ olmasını beklemektedir…
Başta muhalefet partileri olmak üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Bakanlar Kuruluna başkanlık etmesi durumuna ‘’Anayasanın çiğnendiği’’şeklindeki hezeyanları dillerine dolamaları, Recep Tayyip Erdoğan üzerinde uzun süredir devam eden algı operasyonlarına yeni bir malzeme olması nedeniyledir… Ayrıca bunlar öyle spontane tepkiler olmayıp, yaklaşan genel seçimlerde iktidar partisi adına negatif etki oluşturmak için kullanılacak malzemelerin zemin hazırlığıdır…
Tüm bunların yanında Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na ‘’kaçak’’ demekte ısrar eden, oraya gidenlere ‘’yalaka’’ diyen ve küfürle linç ederek mahalle baskısına maruz bırakmakta bir sorun görmeyen bir zihniyet yapısı var. Bu hastalıklı zihin yapısı demokrasi ve özgürlük naralarıyla gerçek yüzlerini kapatmaya çalışıyorlar ve güya bir de farklı yaşam tarzlarına hoşgörüden bahsediyorlar…
Hiçbir delil ve mahkeme kararı olmaksızın Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına ‘’hırsız’’ diye iftira atmaktan geri durmayanlar, gerek ‘’Gezi’’ olayları gerek 17 Aralık darbe planlarını savunarak ‘’Ahlaklı’’ oluyorlar… ‘’Gezi’’ olaylarına katılanların ‘’alnından öpen’’ zihniyet, olayların ülkeye verdiği yüzlerce milyar dolar zararla bu ülkenin emeğini, tüyü bitmemiş yetimin hakkını çalmış olmuyor mu? Asıl hırsız, ülkenin geleceğinden çalanlar değil mi? Kayba uğrayan milli servetimiz-bütçemiz nedeniyle yapılamayan hastanelerin, okulların, köprülerin, sorumlusu onlar değil mi?
Durdurulan MİT TIR’larında olduğu iddia edilen malzemeler için ‘’silahlar terör örgütüne gidiyor’’ yalanını dünyaya jurnalleyenler, Dışişleri Bakanlığındaki gizli konuşmayı dinleyip internette sızdıranlar, tüm devlet ricalini dinleyip bilgilerin ticaretini yapanlar ülkenin itibarını, geleceğini, yarınlarını çalarken kendilerini masum gösterip karşılarındakini de peşinen ‘’suçlu’’ ilan etmeleri, içinde bulundukları bataklığı örtbas edebilmek için olabilir mi peki?
Selametle…