"YENİ TÜRKİYE" NASIL BİR VARLIK ALANI İNŞA EDECEK?
21. Asır Türk asrı olacaktır, rahmetli Özal'ın sık kullandığı bir söylemdi. Şimdi de Erdoğan liderliğinde ve Davutoğlu başkanlığındaki Ak Parti, Yeni Türkiye ve 2023 Hedefleri söyleminde bulunmakta. Bu söylemler ülkelere/toplumlara/halklara bir hedef gösterir, onların motivasyonlarını arttırır ve hedefe kilitlenmelerini sağlar. Bu tip hedeflere inanma oranının yüksekliği ile doğru orantılı olarak içteki ufak tefek sorunlar gündeme gelmez, toplum disipline olunur ve başarı ihtimali çok yükselir.
Önemli olan bu tip sloganlardan ziyade toplumun size inanması ve ihtiyaç duyulan motivasyonun sağlanmasıdır. Bir düşünelim, Oval Ofiste Clinton'ın karşısında el pençe duran Ecevit, 2001 krizinin yaşandığı bir zamanda çıkıp 21. Asır Türk asrı olacaktır yahut 2023 Hedeflerimiz ilk 10 ekonomi arasına girmektir, dediğini. Kim inanır yahut ciddiye alırdı. Toplumda herhangi bir hareketlenme olur muydu?
Toplumlar ancak inandıkları siyasi iradelerin söylemlerini ciddiye alır. Toplumların size inanması da samimiyetinizle, ülke için gece gündüz çalıştığınızın görülmesiyle ve milli iradeyi emanet görüp emanetin her hal ü karda -dahilde ve hariçte- korunmasıyla mümkün olur. Yeri geldiğinde şehadeti, yeri geldiğinde zindanları yahut istifaları göze alabilirseniz toplum size inanır. Erdoğan bu konuda kendini kanıtlamış ve hak ettiği teveccühü de görmüştür. Sayın Davutoğlu da bu yolda emin ve mekin adımlarla ilerlemektedir.
"Yeni Türkiye" olarak ifade edilen ve birşeylerin değişeceğini, yeniden kurulacağını ima eden bu söylem, Türkiye için nasıl bir varlık alanı kurmayı hedeflemektedir? Kurulacak yahut kurulmak istenen varlık alanın nasıl olacağının cevaplanabilmesi için öncelikle hangi değerleri ve referans noktalarının esas alınacağının tespit edilmesi ardından da başta temel kavramlar ve sorunların ciddiyetle ve tefekkürle yeniden ele alınması gerekmektedir.
Türkiye en az bir asırdır varoluşsal sorunlarının ağırlığını taşımaktadır daha doğrusu taşıyamamakta ve altında ezilmektedir. Nedir bu varoluşa dair sorun dersek, en kısa ifadesiyle başkası yani Batı/Batılı olmaya çalışan ama olamayan bu arada başkası olma çabasıyla kendi olmaktan da çıkan bir öznenin sorunudur. Ne kendisi kalabilen ne de başkası olabilen bir Türkiye.
Ülkemizin modernleşme tarihindeki çarpıklıkların ürettiği travmalar, korkular, önyargılar, krizler başta siyaset olmak üzere sanattan kültüre, akademiden medyaya tüm toplumu derinden etkiledi ve etkilemeye devam ediyor. Türkiye'de tepeden inmeci, cebri ve sathi modernleşme politikalarının etkisiyle ülkemiz tarihiyle, kültürüyle, diniyle arasına mesafe koymuş ve bunlara yabancılaşmıştır. Bu kendine yabancılaşma nihayetinde dünyaya da yabancılaşmaya sebep olmuştur. Aslında dünyayla entegre olmak ve modernleşmek için -Dünya deyince sadece Batı’yı anlayan Türk modernleşmesi, Batı medeniyetini de var olan tek medeniyet olarak kabulü ile entegre olunacak dünyayı da sadece Batı’dan ibaret görmüştür- kendi varlığına (değerlerine) sırtını dönen Türkiye’de devlet ile millet arasına mesafe girmiş, ister istemez devlet milli iradeyle çatışmıştır, diğer taraftan da kendi olmak adına her şeyi ötekileştiren, herkesi kendine düşman bilen bir ruh haline giren Türkiye küçük milliyetçiliklere hapsolmuştur. Küçük düşünmek ve kendinden yabancılaşmak Türkiye’yi dünyada da küçültmüş ve dünyaya da yabancılaştırmıştır. Tarih yapıcı güç ve kudretten yoksun düştük. En azından bir asır sonra yeniden Türkiye’nin bir atılım yaptığı günleri yaşamaktayız. Ülkenin zihin yapısı ve modernleşme tarihinin yarattığı sorunları en iyi bilenlerden bir “Filozof Yönetici” Davutoğlu Hocamız. Böyle bir geçiş döneminde dümenin başında bulunması ülkemiz için önemli bir şanstır. Türkiye bundan sonra kendi olan, kendi değerlerine bağlı, gücünü köklerinden alan ama evrensel değerlere de sırtını dönmeyen, büyük düşünen, kendine güvenen sadece kendi insanına değil tüm dünyaya başta dünya mazlumlarına söyleyecek yeni sözler bulan bir ülke olacaktır.