Taksim Camii, Abdullah Aymaz ve Almanya!
Dün Türkiye’deki Müslümanlar için önemli bir gündü. 1974 yılından beri rafta kalan bir proje olan Taksim Camii, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katılımıyla Cuma namazıyla birlikte açıldı.
Türkiye’de o kadar cami var, Taksim’e cami yapılsa ne olur canım diyebilirsiniz. Ama iş öyle değil.
Allah sayısını çoğaltsın, bu kadar caminin olduğu ülkede, Türkiye’nin en yoğun noktası Taksim bölgesinde kayda değer bir cami yoktu.
34 Kilisenin bulunduğu bölgede arka kısımlarda 100 kişilik birkaç cami vardı. Onların da fiziki imkanları çok yetersizdi. İnsanlar taşlar üzerinde namaz kılıyordu, cemaat sokaklara taşıyordu. Taksim bölgesi tüm kozmopolitliğiyle adeta kurtarılmış bir bölge gibi sırıtıyordu. O sebeple bölgeye bir cami yapılması uzun yılların hayaliydi…
150 yıllık mazisiyle Taksim Camii; Adnan Menderes’in, Süleyman Demirel’in, Turgut Özal’ın, Necmettin Erbakan Hoca’nın ve 1994'te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı iken Recep Tayyip Erdoğan'ın vaadiydi.
Hem Cumhurbaşkanı Erdoğan hem de Türkiye Cumhuriyeti bu hayali gerçekleştirmek için çok çabaladı, çok bedeller ödedi.
Hukuki süreçler, darbeler ve darbe girişimleri, kendini milletten üstün gören egemenlerin engellemeleri ve kuru inatları neticesinde yıllar kaybedildi.
Bu bedellerin en sonuncusu herkesin bildiği gibi 28 Mayıs 2013 tarihinde başlayan Gezi Kalkışması ile ödetilmek istenmişti. Ekonomik ve siyasi anlamda Türkiye’ye çok büyük zararlar veren bu terörist kalkışmanın üzerinden tam 8 yıl geçtikten sonra, Gezi Kalkışması’nın yıl dönümünde nihayet Taksim Camii ibadete açıldı.
1994 yılında gazetecilere o bölgeyi işaret edip, ❝Camiyi yapacağımız yeri göstereyim. Bak “Metro Geliyor” var ya… İnşallah buranın temelini atmak bize nasip olur. Böyle de inanıyorum❞ demişti bundan tam 27 yıl evvel, henüz İBB Başkan Adayı iken…
İdeallerinden ve hedeflerinden yıllar geçse de sapmayan Cumhurbaşkanı Erdoğan sonunda dediğini yaptı.
Peki Taksim Camii projesi, birilerini neden bu kadar rahatsız etti?
Taksim Camii’nin sembolik anlamı çok büyük aslında. Hatta sadece Taksim Camii değil, camilerin bizim dinimizdeki yeri çok başka. Haydi o günlere bir daha dönüp hayal edin, Gezi Kalkışması’nda batı ülkelerinin takındığı tavrı yeniden hatırlayın.
Türkiye’yi, toplumun çeşitli hassasiyetleri üzerinden vurmaya çalışmışlardı. Din, inanç, inanış, mezhep, değerler gibi pek çok kavram üzerinden ayrıştırıcı haberlere imza atmışlardı. O günden bugüne zihniyet hiç değişmedi aslında. Bunu, Alman medya kuruluşu Deutsche Welle’nin dünkü haberinden tekrar anlayabilirsiniz.
Daha önce Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmasından rahatsızlık duyan Alman medya kuruluşu Deutsche Welle, bu kez de Taksim Camii ile ilgili provokatif bir habere imza attı. Taksim'e cami yapılmasının toplumun duyduğu ihtiyaçtan kaynaklanıp kaynaklanmadığının tartışmalı olduğunun iddia edildiği haberde, projenin siyasal iktidar için ideolojik ifadeler taşıdığına dikkat çekildi.
Boş cümlelerin özeti şu aslında: Buradan yine bir kutuplaşma çıkarabilir miyiz telaşındalar.
Ülkemizin geçmişte yaşadığı mezhep temelli provokasyonların altında da ne hikmetse hem Alman kuruluşları rol almıştı. Gezi’de de aynı şekildeydi. Bugün de çok farklı değil! Yine ülkemizi inanç ve inanç farklılıkları üzerinden kaşımaya devam ediyorlar.
Hatta size başka bir şey daha söyleyeyim.
Çarşamba günü Berlin’de kilise, sinagog ve caminin tek çatı altında yer almasını öngören, FETÖ’nün de desteklediği ‘Bir Ev’ projesinin temeli atıldı. Törene Almanya Meclis Başkanı Wolfgang Schaeuble ve Berlin Eyalet Başbakanı Michael Müller de katıldı.
İslam dini adına projeye ortak edilenler de tabi ki FETÖ teröristlerinden başkası olacak değildi ya! FETÖ’nün Almanya’daki görünen yüzü olan ‘Diyalog ve Eğitim Vakfı’ derneği, İslami camiayı temsilen tek başına projeye ortak edildi.
İslam karşıtlığı ile dikkat çeken Almanya, ne hikmetse Müslümanları düşünüp 47 milyon Euro’luk projeye, 20 milyon Euro, Berlin eyaleti ise 10 milyon Euro destek vermiş.
Bakın şu işe ki Almanya, Müslümanlara ne kadar da değer veriyormuş. Öyle mi acaba?
Almanya’da yaşayan Müslümanları FETÖ’nün hiçbir şekilde temsil edemeyeceğini, hatta FETÖ’nün hiçbir Müslümanı temsil edemeyeceğini hepimiz biliyoruz.
Almanya’nın buradaki amacı tabii ki İslamiyet’i FETÖ’nün süzgecinden geçirip; yozlaştırılmış, tahrif edilmiş bir din olarak yeniden yapılandırmak. Kargayı kılavuz olarak seçmesinin sebebi tabi ki de budur.
Anlatacaklarım bununla da kalmıyor. Almanya’nın ‘dinsiz İslam’ projesine Konya’dan yurt dışına kaçan terörist bir isim de destek veriyor.
YouTube’da canlı yayınlanan temel atma törenine Türkiye İçişleri Bakanlığı’nın Terörden Arananlar Listesi’nde olan FETÖ Almanya imamı Abdullah Aymaz da video mesajı yollayarak destek verdi. Şaşırdık mı? Tabi ki de hayır…
Vah ki ne vah…
Bu ucube bina dinimize göre Mescid-i Dırar’dır.
Kur’ân-ı Kerîm’de “mesciden dırâren” şeklinde geçen (et-Tevbe 9/107) ve âyette münafıkların yaptığı bu mescidden bahsedilir. İslâm literatüründe yaygın olarak Mescidü’d-dırâr adıyla bilinen mescid, nâdiren Mescidü’ş-şikâk veya Mescidü’n-nifâk diye de anılır (İbn Hişâm, IV, 530; Taberî, XI, 18, 19).
Ayrıntısıyla anlatmak gerekirse;
Münafıklar İslâmiyet’in Medine’de güçlenerek yayılmasından hayıflanıyorlardı.
Mescid-i Nebevî’de saf tutan müminlerin, birlik ve dayanışmalarının giderek arttığını görüyor, Hz. Peygamber’in sohbetlerine katılan müminlerin sayısının çoğalmasını hüzünle seyretmekten başka ellerinden bir şey gelmiyordu.
Câhiliye devrinde Hristiyan olan ve o sırada Suriye’de bulunan, Müslümanlara karşı hilelerinden dolayı Resûl-i Ekrem’in “Ebû Âmir el-Fâsık” dediği Ebû Âmir er-Râhib, münafıklara işlerini görüşebilecekleri bir mescid yapmaları ve güçlerinin yettiği kadar silâh ve mühimmat toplamaları için haber yollamıştı.
Kendisinin Bizans makamlarına gidip oradan asker getireceğini ve Muhammed’le ashabını Medine’den çıkaracağını bildirmişti. Ebû Âmir mektubunda Bizans valisiyle görüştüğünü, kendileri destek olurlarsa Bizanslılar’ı Medine’yi kuşatmaya ikna edebileceğini söylüyordu.
Münafıkların bu konuyu görüşebilmeleri için dikkat çekmeyecek bir mekâna ihtiyaçları vardı. Müşriklerden Vedîa b. Âmir bu mekânın nasıl yapılacağı konusunda bir öneride bulundu. Buna göre bir mescid inşa edip cemaate devam etmeyi kolaylaştırdıkları izlenimi uyandıracaklar, böylece hem Mescid-i Nebevî ile Mescid-i Kubâ cemaati arasında bir tefrika çıkarmış olacaklar, hem de Ebû Âmir ile gizlice görüşebilecekleri bir mekâna kavuşmuş olacaklardı. Vedîa b. Âmir’in teklifinin kabul edilmesinin ardından münafıklar süratle Kubâ’da bir mescid yaptılar.
Tebük Seferi’nin ardından Peygamber Efendimiz ordusuyla birlikte Zûevan’da konakladığında bazı münafıklar gelerek Hz. Peygamber’i mescidlerine götürüp namaz kıldırmak istediler. Bu sırada mescid ve onu yapanların niyetleri hakkındaki âyetler nâzil oldu (et-Tevbe 9/107-110). Bu âyetlerde mescidi inşa edenlerin niyetlerinin müminlere zarar vermek, hakkı inkâr etmek, müminlerin arasına nifak sokmak ve daha önce Allah ve resulüne karşı savaşmış olan bir kişiyi (Ebû Âmir er-Râhib) beklemek olduğu belirtiliyor, bunların gayelerinin iyilik olduğuna dair yemin bile edebilecekleri, halbuki yalancı oldukları vurgulanıyor, Hz. Peygamber’e Mescid-i Dırâr’da asla namaza durmaması, buna karşılık takvâ üzerine kurulmuş mescidde (Mescid-i Kubâ veya Mescid-i Nebevî) namaz kılmasının daha uygun olacağı bildiriliyordu.
Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Medine’ye ulaşınca Mescid-i Dırâr’ı yaktırdı. Münafıklar ertesi sabah mescidin yıkılmış olduğunu görünce Allah’ın, sırlarını ifşa ettiğini ve gizledikleri gerçek amacın Peygamber’e bildirildiğini anladılar…
İşte Almanya’da ortaya atılan bu proje de tıpkı Mescid-i Dırar gibi. İslam dünyasına tefrika sokmak, Müslümanları tuzağa düşürmek üzerine kurulmuştur. Burada kullanılan piyon ise bu defa da tıpkı cahiliye devrinin müşrikleri gibi yeni cahiliye örgütü FETÖ olmuştur.
İslam dünyası hiç bu kadar tehlikeli bir örgütle sınanmamıştı. Allah Müslümanların yardımcısı olsun.
Taksim Camii’nin yeniden ülkemiz ve İslam alemi adına hayırlı olmasını temenni ediyorum. Allah, İslam düşmanlarının kirli emellerine fırsat vermesin.