Şeker Portakalı
"Kendimi tutamayarak haykırdım:
'-Fakir bir babanın evladı olmak ne fena!'
Bakışlarımı ayakkabılarımdan hemen karşımda duran takunyalara kaydırdım. Babam dikilmiş bizi izlemekteydi. Gözleri müthiş bir kederle dolarak adeta şişmişti. O kadar büyümüş, ama o kadar büyümüşlerdi ki Bangu Sineması'nın perdesini boydan boya kaplayabilirlerdi. Bu gözlerde öyle ağır bir burukluk vardı ki istese bile ağlayamazdı."
Hikâyemiz Brezilya'da kalabalık ve yoksul bir ailenin en küçük fertlerinden olan Zeze'nin hikâyesi. Hüzünlü bir Noel sonrası boş ayakkabılarına bakarken haykırıyor bu cümleleri. Anlayacağımız üzere işsiz bir babanın evladı. Yaramazlıkları boyunu aşmış olsa da çok zeki ve duygusal bir çocuk Zeze. Çevresindeki herkese ve her şeye karşı da çok duyarlı. Haylazlığı sebebiyle sürekli itilip kakıldığı için bahçedeki Minguinho adını verdiği şeker portakalı ağacı ile arkadaşlık kuruyor. Bu ağaç ile olan konuşmalarında aslında Zeze'nin iç sesini duyuyoruz:
"İnsanlar olmayacak masallar anlatıp çocukların her şeye inanacağını zannediyorlar."
"Bak Minguinho, bilesin ki kalbimiz kocaman olduğu sürece sevdiğimiz her şey içine sığar."
"-Minguinho!
-Noldu?
-Ağlarsam ayıp olur mu?
-Ağlamak asla ayıp değildir, sersem. Niye ki?
-Bilmem, henüz alışamadım. İçimdeki kafes bom boş kaldı sanki..."
Şeker portakalı çocuk kitabı gibi görünse de aslında yetişkinlere hitap eden bir kitap. Hatta "büyüklere armağan edilen bir çocuk kitabı" diye isabetli bir yorum okumuştum. Bu yüzden kitabın tek bir sayfasında bile sıkılmayacağınıza sizi temin ederim.
Kitap, okuyucusuna sevgiyi ve hüznü doya doya yaşatıyor ve sonunda da bir güzel ağlatıyor. Herkesin çocukluğundan bir şeyler bulacağı yerler var ama özellikle de küçüklüğünde şiddet görmüş kimselerin kalbine fazlaca dokunacaktır diye düşünüyorum. Şiddet görmeden yetişmiş bir anne ve babanın şiddet göstermeden yetiştirdikleri bir birey olarak benim için de hikâyenin en sarsıcı kısmı Zeze'nin yediği dayaklar oldu.
"-Babam beni dövdüğü için herkes beni dövüyor ama sorun değil. Onu öldüreceğim!
-Ne babanı mı öldüreceksin?
-Evet, onu içimde öldüreceğim. Birini sevmeyi bıraktığında içinde ölmeye başlar."
Evet, Zeze yaramazlıkları boyunu aşmış bir çocuk ama sadece bir çocuk. Çocuklar hayatı ebeveynlerinden öğrenir. Sevgiyi, sevgisizliği ve şiddeti. Toprak gibi yüreklerine de ne ekersek o filizlenir.
Hikâye aynı hikâye değişen tek şey isimler ve zaman. Şiddeti doğuran sebepler elbette var ancak şiddetin hiçbir haklı gerekçesi yok.
Maddi sıkıntılar ve aile içi geçimsizliklerin ilk kurbanı maalesef ki çocuklar oluyor.
Günümüzde de medya büyük- küçük zihinleri şiddetle besliyor, hatta bunu reyting elde etme aracı olarak kullanıyor. Sonuç olarak küçücük çocukların ruhlarına kocaman yaralar açılıyor.
Çocuklarımız bize Allah’ın emanetidir. Bu yüzden onların varlığının yegâne sahibiymiş gibi davranmak, anne ve babalığımızın arkasına sığınarak onları hırpalamak haddimize değildir. Ebeveynler olarak çocuğun temel ihtiyaçlarını karşılamakla mükellef olduğumuz gibi sevgi ve şefkatle sağlıklı bir psikolojide yetiştirmekle de yükümlüyüz. Çünkü onlar kendi değerlerini ailelerinin onlara verdiği değere göre tayin edecekler ve ne aldılar ise bununla şekillenecekler.
Unutmayalım:
" Terbiyenin sırrı, şiddetle değil çocuğa saygı ile başlar. "