Nadir Şah Afşar’ın Mücadelesi
Geçen haftaki yazımda Afşarlar devletinin kurucusu Nadir Şah’ın hayatı ve mücadelesinden bahsetmeye çalışmıştım. Fakat, yazı uzayacağı için bunu iki yazı halinde yazmaya karar verdim. Bu yazımı daha iyi anlamanız için önceki “Doğunun Son Fatihi Nadir Şah” isimli yazıyı da okumanızı tavsiye ederim. Zira bu yazı, onun devamı niteliğindedir.
Önceki yazımda kısa da olsa Nadir Şah’ın hayatından ve savaşlarından bahsetmiştim. Bu yazıdaysa daha çok Nadir Şah’ı diğer hükümdarlardan ayıran özelliklerden bahsetmek istiyorum.
Nadir Şah, mensup olduğu Türk milletine ve boyu olan Afşarlara bağlı olan bir hükümdardı. Bu sebepten ismi Nadir Şah Afşar diye biliniyor. Nadir’in, şahlığından önceki dönemden başlayarak, şah seçilme töreni de dahil olmak üzere, hayatının tamamında milletine olan bağlılığını görmekteyiz. Nadir, yüzlerce yıl sonra ilk defa, binlerce senelik Türk töresi olan “kengeş” kararıyla şah seçildi.
Başa geçtikten sonra yönetime Suni ve Şii fark etmeksizin, Türkmen boylarını getirerek, yönetimdeki gayri unsurları devlet idaresinden uzaklaştırdı. Devletin resmi dilini Türkçe yaptı. Çok iyi Farsça bildiği halde Türkçe konuştu. Osmanlı Devletiyle yazışmalarını Türkçe olarak yaptı. Osmanlı Padişahlarına gönderilen mektuplarda sık-sık kardeşlikten ve aynı kavim olduklarından bahsederdi.
O dönem için baktığında Türk Dünyası için en büyük problem mezhep ayrımıydı. Nadir Şah’ı diğer hükümdarlardan ayıran en büyük özelliklerden biri de, Türk hükümdarları arasında Sünni ve Şii çekişmesini bitirmeyi kendine gaye edinen tek kişi olmasıdır.
Nadir, daha tahta çıkmadan muzaffer bir Safevi komutanıyken, mağlup ettiği Osmanlı Devletine mektup yazarak, Türk ve İslam Dünyasını birleştirmeyi teklif etti. Nadir’e göre, Türk Dünyası arasındaki en büyük ayrılığın sebebini mezhepti. 1736 yılında şah ilan edilen Nadir, şahlığı kabul etmek için koyduğu şartların birisi de, Şii ve Sünniler arasındaki ihtilafın kaldırılması ve Şiillerin yeniden özüne, yani mezhebin en doğru şekli olan Caferliğe dönülmesiydi.
Şah olduktan sonraki ilk icraatı de, eskiden beri gelen radikal Şiiliğin ortadan kalktığını artık Sünni ve Şii mezhebinin birleştirmesi gerekliğiyle ilgili, Osmanlıya mektup göndermesi oldu. Nadir Şahın iki şartı vardı. Bunlar sırasıyla Caferiliğin 5. hak mezhep olarak tanınması ve Kabe’de, Caferilere de ayrı bir mihrap verilme meselesi oldu ki, Osmanlı buna karşı çıktı.
Bazı tarihçiler, Nadir Şah’ın bu adımını kendi iktidarı için siyası bir oyun olduğunu düşünüyor. Muhtemelen Osmanlı da böyle düşünmüş olacak ki, buna ret cevabı verdi. Nadir Şah bundan sonra Osmanlıyla savaşa başladıysa da, daha sonra öne sürdüğü bu iki şarttan da geri çekildiğini ilan etti. Bu bile Nadir Şah’ın bu konuda ne kadar samimi olduğunu gösteriyor.
Nadir Şah’ın bu meseledeki en büyük adımı ise, 1743 yılında Necef şehrinde, Hz. Ali’nin (r.a) kabrinin başında bir meclis düzenlemesi oldu. Meclise Şii ve Sünni aleminin önde gelen alimlerini toplayarak, ortadaki ihtilafları ilim bir şekilde tartışmaya açmış ve genel olarak Ehli Sünnetin haklılığı ortaya çıkmıştı. Bundan sonra her iki mezhebin alimleri de, mecliste alınan kararlara uyacaklarına dair yemin edip, anlaşmaya mühür bastılar.
Nadir Şah’ın bizzat huzurunda yapılan bu görüşmelerden memnun olan Şah, Sünni alimlerinin başkanlığını yapan Abdullah Suveydi’den Cuma namazını kıldırmasını istedi. Süveydi de, hutbeyi Halife 1. Mahmud’un adına okuyarak Nadir Şah’a da dualar etti.
Ancak, ne yazık ki, bu birlik havası Nadir Şah’ın, suikasta uğrayıp şehit edilmesiyle son buldu. Fakat buna rağmen, Nadir Şah’tan sonra Osmanlı Devleti sözüne sadık kalarak eski Azerbaycan, bugünkü İran ile bir daha savaşmadı. Bu günümüzde kadar da böyle gelmektedir.