İlim adamı ve filozof olmak için zühd gerekiyorsa, zühd nedir?-II
Bazı gönül sahipleri şuna inanır: “İnsanların çoğu ‘gözlerinizi açın ki göresiniz’ derler. Oysa görmek için gözlerinizi kapatmanız gerekir. Aslında her iki söz de doğru ama birisi fizikî vatanlar için, diğeri metafizik vatanlar için gereklidir”. Yâni Hakk’ı görmek için, mâsivâya/Allah dışındaki her şeye göz kapamak gereklidir. Ama bu sanıldığı kadar kolay değildir. Mademki O her şeydedir, O’ndan ayrı ve O’nun olmadığı hiçbir şey yoktur ve bu sebeple O’ndan kaçmak mümkün değildir. Nitekim Ebu Said Ebu’l-Hayr el-Mihenî’ye yaşlı bir kadın: “Allah’ı nerede arayayım?” diye sorunca, o: “Anacığım Allah’ı nerede aradın da bulamadın ki? O her yerde. Nerede ararsan orada bulursun.” demiştir.
Bütün âlem ve insanın kendisi, Allah’ın âyetlerinden/işâretlerinden başka bir şey değildir. İnsanın bunlardan ve özellikle kendisinden kurtulması da mümkün değildir. Öyleyse Allah’tan başkasından ne diye uzak olmak gereksin ki! Bunlardan çıkmak, Hak’tan çıkmak olmaz mı? Kâinattaki her şey O’nu tesbîh ettiğine göre, her şey bizi O’na götürür. Mutlak olan şudur ki kâinat, sofra-yı Hak’tır/Hakk’ın sofrasıdır ve oraya bakmayı bilirsen her daim O’nunla olur, O’na bakarsın. Bir an aklından çıksa, bir an gaflet göstersen, âhın ve figânın âlemi kaldırır.
“Havâssın havâssı” sınıfı için değil de Müslümanların çoğunluğu için konuşmak gerekirse, “mâl” kelimesiyle “meyl” kelimesi aynı harfleri içeren ve dolayısıyla akrabalığı olan kelimelerdir. Ve “mâl”a “mâl” denmesi, kalbin kendisine meyletmesinden dolayıdır. Binaenaleyh, mal sevgisi tabii bir sevgidir. Mal, derdi de devâsı da içinde olan hastalık gibidir. “Zehiri de panzehiri de kendinde olan yılan gibidir” de denebilir. Mal, mevki, şöhret gibi dünyevî nimetler, uhrevî mutluluğa hizmet eder hale getirilebilir. Garip ama gerçek olan da şudur ki, bunu yapamayacaklar için, malsız ve mülksüz bir hayat da kurtuluş değildir. Çünkü gönlünde sevgisi olduğu sürece, suretâ onlarsız olmak hiçbir şey ifâde etmez. Ayrıca gönlünde olan bu sevgiler uhrevî gayelerle değil dünyevî gayelerle ise, seni kurtaracak hiç kimse yoktur; çünkü amelller de amelsizlik de niyetlere ve kalplere göredir (Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1; Müslim, İmâret, 155, vb ). Bu sebeple Allah şekillerimize değil kalbimizin amellerine bakar. (Müslim, Birr, 33; İbn Mâce, Zühd, 9). Haddizâtında kalbimiz de diğer organlarımız gibi, kıyâmet günü bizi bizden iyi bilen varlıklar olarak leh veya aleyhimize şâhitlik/tanıklık edecek, bizi cennet veya cehenneme götürecektir.
Allah altın ve gümüşü, insan dünyada ihtiyacı olan şeyleri karşılamada kullansın diye yaratmış, canından sonra malını sevmeyi insanın tabiatına yerleştirmiştir. Öyle ki sahîh bir hadîste, “malı uğruna haksız yere öldürülen şehit”lerden addedilmiştir (Bkz. Buhârî, Mezâlim, 33; Müslim, İman, 226, vb). Başka bir hadîste de, Hz. Peygamber, ganimet malının neden helâl bırakıldığını şöyle açıklamaktadır: “Allah bizim mala karşı zaafımızı gördü de ganimeti bize helâl kıldı” (Bkz. Buhârî, Farzı’l-humus, 8).
Sadece kendisinin değil, başkalarının ihtiyaçlarını da unutmamak şartıyla ihtiyaç için kullanıldığında insanın mal-mülk sahibi olmasında hiçbir âfet yoktur. Aslında “başkası”, “öteki” diyebileceğimiz bir varlık da yoktur. İbnü’l-Arabî’nin ifâdesiyle “Varlık tek bir evdir. Evin Rabbi de tektir. İçindekiler de ehlullahtır ” öyleyse, varlıkta “öteki” diye bir kimse de yoktur. Bütün bunlar haddi zatında harf ve sesten uzak ilahî bir hatla kâinatta yazılmıştır. Bu hattı anlamayana Kur'ân’daki harflerle şöyle denir: “Altın ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar var ya, sen onları acı bir azapla müjdele” (Tevbe 9/34). Bu âyette belirttiği üzere tehlike, mal biriktirme noktasında başlar.