Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin helal
Her insanın doğuştan gelen hakları vardır. Bunların başında inanma hakkı ilk sıradadır. Her insan inandığı şekilde beslenme hakkına sahiptir, bu bir temel inanç hürriyetidir.
İnanan insanlar yurtdışına çıkarken yeme içme konusunda hemen birbirini uyarır. “Aman kırmızı et yeme, şüpheli şeylerden kaçın” derler birbirlerine. Hatta Çin’e bir iş için kısa süreliğine giden bir dostumun yanına bayağı bir erzak aldığını hatırlıyorum… Malum orada kedi, köpek vs. yiyorlar. Bununla ilgili kötüde bir anı var hafızamda. Bir arkadaşımın tanıdığı köpeğini çok seven bir hostesle evlenmişti. Kızcağız köpeğini hiç yanından ayırmıyormuş. Bunlar evlenince balayında Çin’e gidiyorlar. Ellerinde köpekleriyle bir restorana gidiyorlar. Burasıda bizdeki kendin pişir kendin ye türünden bir restoranmış. Bir ara yanlarındaki köpek kayboluyor. Köpeklerinin kaybolduğunu fark edince telaşla etraflarında aranırken garson içinde pişmiş bir köpek bulunan tepsi ile yanlarına geliyor... “Bu ne” diyorlar. “Sizin getirdiğiniz köpek” diyor, garson. “Nasıl yani” diyorlar. “Siz yiyeceğiniz köpeği yanınız da getirmemiş miydiniz” diyor garson… Tepside pişmiş köpek, hostesin en sevdiği varlık olan köpeği imiş. Tabi bizimkiler şok… Hanımefendi baygınlık geçiriyor…
Bize çok iğrenç gelse de bazı ülkeler börtü böcek, fare, kedi köpek yiyorlar. Bize mide bulandırıcı gelen şey onlara normal gelebiliyor. Bu tamamen kültürle alakalı bir durum. Esas kökeni ise dini inançla bağlantılı. Her toplumun beslenme alışkanlığı farklıdır. Bu da dini inanışlarından kaynaklanır. İslam dini domuzu haram kıldığı için Müslümanlar domuz eti yemez. Hatta domuza gösterdiği hassasiyeti başka haramlara göstermezler. En dindarından, en az dindarına kadar bir domuz hassasiyeti oluşmuştur. Elinde alkol şişesi olan bir adama yediği etin domuz eti olduğunu söyleyin, hemen o ağzındaki lokmayı atar, hatta yediklerini kusar. Diğer elindeki alkol şişesine aynı hassasiyeti göstermez. Garip… tuhaf… Ama böyle bir durum var…
Bir de yılbaşında sosyal medyada dolaşan bir video vardı piyango biletinin haramlığını anlatan, domuz eti ve piyango bileti kıyaslaması yapan. Bakınız: (https://x.com/06melihgokcek/status/1741484273075433832?t=gdmIczb6g5cLhxachdnJyw&s=08)
Milli Piyango bileti alanlar arasında bir ürünü tanıtıyorlar ve tadım yaptırıyorlar. Vatandaş ürünü yerken sunucu bunun domuz eti olduğunu söylüyor. Vatandaşta ağzındaki lokmayı hemen tükürüyor. Orada “ikisi de aynı haram ama domuz etine gösterdiğiniz tepkiyi neden piyango biletine göstermiyorsunuz diyor” spiker. Bizi ilgilendiren konu şuanda domuz etine olan tepki. Bu tepki çok güzel. Milletimiz bu hassasiyeti tükettiği tüm gıda maddelerine göstermeli, bu helal mi değil mi diye sorgulamalı.
Bunları neden anlatıyorum? Şunun için; bu millet yediğine dikkat eder. Yukarıdaki örnekleri çoğaltmak mümkün. Belki de bu hassasiyetleri nedeniyle bu kadar bir kültür erozyonuna rağmen hala dini değerlerinden kopmadı. İhsan Fazlıoğlu der ki:
''1774 tarihinden bu yana millet olarak yaşadıklarımız gündüzün başına gelse gece olurdu.''
Son 250 yıldır yüzü batıya döndürülmeye çalışılan bu millet hâlâ bozulmadı ise yediklerine dikkat ettiğinden dolayıdır. İnsan yediğidir derler. Bu millet haramdan uzak durduğu için bu kadar tarih boyunca saf ve temiz kalmıştır.
Ama artık dünyada işler değişiyor tüketim alışkanlıkları ve tüketim şekli değişiyor. Global bir dünya da yaşıyoruz, ülkeler arası ticaret artık çok kolay. Dünyanın öbür ucundan bir gıda maddesini ülkemizin marketlerinin raflarında görmek mümkün. Yada yurt içinde üretilen temel gıda maddelerinin bozulmasını engellemek, raf ömrünü uzatmak için kullanılan ara mamüller şüphelerin çoğu yurdışından geldiği için, şüphe oluşturabiliyor.
Ambaja giren gıdaları koruyabilmek, hastalık yapıcı mikroorganizmaların gelişmelerini önlemek için veya Gıdaların besleyici değerlerini korumak, raf ömrünü uzatmak, dokusal özelliklerini geliştirmek,lezzetlerini ve renklerini çekici hale getirebilmek kullanılan maddeler gıda katkı maddesi olarak tanımlanmaktadır. Günümüz ekonomik ve sosyal şartları, ev dışında çalışan insan sayısının artması, beslenme alışkanlıklarının değişmesi, yemek hazırlamak için az zaman kalması gibi faktörler insanları tüketime hazır veya hazırlanması daha pratik hale getirilmiş gıda tüketimine yönlendirmektedir
Bu anlamda, gıdanın raf ömrü olarak da tanımlanabilen dayanma süresinin arttırılması, ilk andaki tazeliğini, besin değerini, görünüş, renk, koku ve aromasını koruması da o gıdadan beklenen bir özellik halini almaktadır. İşte bu sebeplere gerekçe olarak, gıdaları koruma ve zenginleştirme metotlarından olan katkı maddeleri kullanımı da teknolojik olarak zorunlu hale gelmiş bulunmaktadır.
Bize düşen bu katlı maddelerin zararsız ve helalini bulmak ve kullanmaktır
Nesillerimiz bozulmaya başladı.Neden artık yediklerimize şüpheli şeyler karışmaya başladı.Lokma şüpheli olunca fikirde, düşünce de, inanç da bozuluyor.
Helal gıda bugün sadece yurtdışına çıkan kişilerin sorunu olmaktan çıkmıştır. Çünkü yurtdışından hem ham madde hem de ara mamül ürünler giriyor. Gümrüklerde gıda maddelerinin helal olup olmadığına bakılmıyor. Gümrükte gıda maddesini de hile, tağşiş var mı yani sahte mi değil mi ona bakılıyor. Bir de o gıdanın temiz ve sağlıklı olup olmadığına bakılıyor.
Ülkemizde helal gıda sertifikası tamamen isteğe bağlı veriliyor üretici firmalara. Zorunlu değil. Bunu zorunlu kılacak olan biziz, yani halk. Eğer bu halk “Biz tükettiğimiz ürünlerde helal belgesini görmek istiyoruz” derse, üreticiler de devlette bu konuya ilgisiz kalmayacaktır. Markette gittiğinizde peynir alırken sorun, bu peynirin helal sertifikası var mı diye. Kasaptan et alırken sorun bu etin helal sertifikası var mı diye. Eğer bu tip yoğun bir sorgulama ve istek olursa ister istemez firmalarda kendilerini ona göre yönlendirecek, ona göre pozisyon alacaktır. Bizler eğer helal ürün tüketmek diye bir derdimiz olursa piyasa da ona göre şekillenecektir. Örneğin A tavuk firması helal üretim sertifikası ile ürettiğini belgeliyorsa bizde halk olarak helal tavuk tüketmek istiyorsak o A firmasının tavuğunu tüketeceğiz. B ve C firmaları helal sertifikalı olmadığı için piyasada ürünleri tüketilmeyecek. Piyasada fazla satış yapamayacak. Firmalar para kazanmak için kurulmuştur. O firmada ayakta kalmak kar temek için mecburen helal sertifikası almak zorunda kalacaktır ve oda ona göre pozisyon alacaktır. Avusturalya örneğinde olduğu gibi, nasıl bir devlet helal sertifikasının alınması için, şirketlerine helal belgesini zorunlu kılıyorsa bizim de iç piyasada satış yapan firmalarımız, ayakta kalmak, kar elde etmek için bu sertifikasyon işine gireceklerdir. Ticaretin kuralı bu… Müşteri memnuniyeti…Helal tüketim bilinciyle iyi bir helal müşterisi olalım ki helal üreticiler artsın…
Ülkemizde de helal sertifikası isteğe bağlı olarak verilmektedir. İki binli yıllardan sonra ülkemizde helal gıda sertifikası çalışmaları yapılmaya başlanmıştır. Özellikle uluslararası ticarette bazı ülkelerin helal belgesi istemesi üzerine bu konuda çalışmalar yapılmak zorunda kalınmıştır. Bu çalışmalar önceden sadece özel sektör eli ile yapılırken artık şimdi devlet bu işe el atmıştır. Helal sertifikası veren bu firmaların çoğu işin hakkını verirken bazı helal sertifika veren kuruluşlar işi istismar etmiştir. Hatta iş öyle noktaya varmış ki, denetlenmeden sertifika verilmeye başlanmış. Yada firmanın helal sertifika süresi dolmuş ama sertifika veren kurum bu firmanın helal sertifikası iptal edilmiştir diye ilan etmemiş.
Bu tür karışıkları önlemek ve devlet güvencesi olunsun diye devlet belge veren firmaları denetlemek ve bir standarda sokmak için harekete geçmiştir.
Türkiye de Helal Belgesi veren kuruluşları yetkilendiren ve denetleyen bir organizasyon HAK (Helal Akreditasyon Kurumu) kurulmuştur. Helal sertifikası veren firmaları devlet denetlemekte ve kontrol etmektedir.
Bize düşen helal gıda tüketimi için bir bilinç oluşturmak, üreticileri helal gıda sertifikası almaya zorlamaktır. Önemli olan halkta bu bilincin oluşması… Gerisi kendiliğinden gelecektir…