Geçmiş Zaman Altınekin-3
Geçen haftalarda ki yazılarımda 80 yıl öncesinin Altınekin’inin belli konularına değinmiştim. Bu hafta en çok ilgimi çeken sağlık ve beslenme konularından bahsedeceğim.
Zıvarık’ın 1940’lı yıllarda havası suyu iyi tabi şuanda da köyün havasında bir bozulma yok diyebiliriz. Ama Namık Ayas o zamanlar köyün havasının suyunun iyi olmasına rağmen insanların canlı ve kanlı olmadığına değiniyor. Çocukların cılız ve neşesiz olmasından bahsediyor hatta “yüzünden kan fışkırır” tabirinin söyleneceği adamlar o dönemde Zıvarıkta yokmuş.
Zıvarıklı, 1940’lı yıllarda kendi ürününden yaptığı gıda ile geçiniyor.
- Bulgur pilavı her evde iki günde bir yeniyor.
- Un çorbası,
- Hamurdan yapılmış su böreği (yağlama),
- Kuru fasulye, Patates
- Pekmezle yapılmış Hamur Katmeri
- Yağda pişmiş yumurta en çok yenen yemekler arasında geçiyor.
Hoca, etin çok seyrek yendiğinden söz ediyor.
Zıvarık’ta sıtma seyrek görülür. Grip, dizanteri, zatürre, zatülcenp (akciğer hastalığı) en çok görülen hastalıklardır. Köyde hastalıklar çabuk yayılır. Dört yıl önce difteriden 15 çocuk ölmüştür. 1938 yılına tekabül ediyor. 79 yıl önce. 1940’lı yıllarda Namık Hoca; kabakulak, boğmaca öksürüğü, kızamık gibi hastalıkların çok çabuk yayıldığını yazmış.
“Köye 5 yıldan beri doktor gelmemiştir.”
O dönemi düşünün 5 yıl olmuş bir doktor bile gelmemiş. 1940’lı yıllardan bugüne baktığımızda durumumuzdan şikâyetçi olmamız biraz bana garip geliyor. Hani ilçemiz bana göre de hep daha iyisine layık ama 75 yıl öncesinde sağlıkla ilgili hiçbir binanın varlığından bahsetmiyor hoca, üstelik de doktor 5 yılda bir geliyormuş. “Yılda bir sağlık memuru uğruyor köye o da sadece çiçek aşısı yapabiliyor.”
Ee doktorsuz köylü o dönemde hastalanınca ne yapıyor?
Hastalıklarını kendileri giderebilmek için bugün alternatif tıp dediğimiz ama çağlardan beri Anadolu’da atalarımız tarafından kullanılan tedavi yöntemleri vardır. Zıvarık köyünde o dönemde kullanılan tedavi yöntemleri ise gerçekten ilginçtir. Bunlar:
- Yaralara, Çıbanlara: Tarlalarda “enekmene” denilen ot kökünde ki kırmızı tarafları kopararak ateşte yağ içinde erimesinden hâsıl olan merhem iyi geliyormuş.
Birde fındık merhemi var yaralar ve çıbanlar için. Bunun tarifi ise şu şekilde: dane sakızı, zift, zeytinyağı, çam sakızı, kemiklerden çıkarılan ilik bir arada kaynatılarak elde edilen merhem sürülür.
- Kellere: Saçı cımbızla yolarlar, zift kaplarlar. Kavrulmuş çekirdek yağı ve çini taşını eriterek sürerler.
- Diş Ağrısına: Çürüklere karanfil, tuz, nişadır korlar.
- Öksürüklere: Yağ, kaynamış sığırkuyruğu otu suyu içirirler.
- Boğmacaya: Arı kovanından alınmış mumla tereyağının karışmasından hâsıl olan merhemi boğaza sararlar. Bir kısmını da yedirirler
- İdrar Zorluklarına: kaynatılmış mısır püskülü içirilir. Karın üzerine kar konur.
O dönemde yemek, ocaklarda tezek, diken ve iri saman yakılarak pişiriliyor. Sobalarda bununla yakılıyor. Ayrıca okulların camilerin bütün her yerin yakıtı da tezek diken ve iri saman.
Hoca köylünün beden temizliğini övünmeye değer olduğundan bahsediyor. O dönemde sabun bulunmayan ailelerin olduğundan onlarında vücutlarını killerle yıkadığından bahsediyor.
Kil yağı kiri emdiğinden çamaşırlar da pınarlarda kille yıkanıyor.
“Köyde spor yapılmıyor.” diyor Namık hoca ve sonrasında da kendince köyle ilgili önerilerini sıralıyor. Bunlardan benim dikkatimi çeken köye bol bol fidan dikilmesini istemesidir.
Son olarak 1920-1930 yılları arasında 9 yıl süren ciddi bir kuraklığın yaşandığından bahsediyor. Bu kuraklığı anlatırken köylünün bazı günler ot ve bazı günler de Kızılay’dan aldığı una su katarak yediğinden söz ediyor. Hatta 1933’te köy okulunu teftiş için gelen maarif müdürünün gezdiği diğer köyler arasında bu köyde ki kadar kötü ve eski giyinmiş başka bir köy görmediğini Namık Hocaya iletiyor. Tabi bu cümleler o dönemlerde atalarımızın zor bir kuraklık dönemini atlattığını ve bu kuraklığın da en çok Zıvarık ahalisini etkilediğini ortaya koyuyor.