BÜROKRASİNİN TEPKİLERİ
Türkiye’nin gündemi geçen haftalarda Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Haşim Kılıç tarafından Anayasa Mahkemesi’nin kuruluş etkinlikleri sebebiyle hazırlanan törende yaptığı konuşmaya ayrıldı. Konuşma hakkında herkes kendi dünya görüşü ve siyasi bakış açısına göre beyanatta bulundu, hüküm verdi. Toplumun her ferdi konuşmayı kendince iyi-kötü, doğru-yanlış olarak kategorize etti. Tartışmaları takip edebildiğim kadarıyla kimse işin esası hakkında farklı ve ciddi fikirler ileri sürmedi. Tartışmanın kamu önünde ve içerdiği rahatsız edici dil sebebiyle makul insanları tartışma konusundan uzaklaştırdığı da bir gerçek. Böyle bir tartışma üslup ve ortamında tek tarafın tamamen haklı ve suçsuz olduğu tüm yanlışın diğer tarafta olduğunu söylemek hakkaniyet gereği doğru değildir. Türkiye’de AYM Başkanlarının veya atanmışların seçilmişlere karşı beyanatları, yüksek perdeden buyurmaları, rejimin ve dahi devletin gerçek sahibinin atanmışlar olduğuna dair imayı aşan açıklamaları istisna değil neredeyse kuraldır. Türkiye’nin bugün bunları aşmaya çalıştığı bir zaman diliminde böyle bir olayın vuku bulması ve bu kadar ses getirmesinin başat sebebi Haşim Kılıç’ın bizatihi kendisidir. Çünkü Haşim Kılıç yaklaşık 25 senelik AYM üyeliği sürecinde hemen hemen tüm kararlarında özgürlüklerden yana olmuş, bürokrasi içinde statükocu bürokrasiye karşı bir duruş sergilemiştir.
Bugün böyle bir kişi nasıl olur da bu konuşmayı yapma ihtiyacı hisseder. Olayı kişisel bir ikbal ve ego mertebesine indirgemek ne kadar doğrudur. Türkiye’de tüm taşlar yerinden oynamış durumdadır. Eski sistem bitiyor, Türkiye yeni bir döneme başlıyor. Her yeni iyi olmadığı gibi her eski de kötü değildir sözünü aklımızdan çıkarmadan bu değişim hakkında görüşlerde bulunuyorum. Eski Türkiye, müesses nizam, oligarşik bürokrasi vs isimlerle anılan ve ülkeyi yaklaşık 100 senedir idare eden, ülkeye yön veren sistem değişiyor. Eski düzene alışmış, onunla bütünleşmiş tüm kişi ve kurumlar bu değişim karşısında tepki gösteriyor. Bu tepkiler bazen kurumsal düzeyde bazen şahsi fikir olarak belirtilse de işin özünde değişimi fark etmek ama durduramamanın verdiği bir rahatsızlık var.
Büyükşehir yasası, kamu teşkilatında yapılması düşünülen reformlar, yerel ve yerinden yönetimlerin güçlendirilmeye çalışılması illerde Valilerin yani merkezi otoritenin, bürokrasinin eskisi kadar güçlü ve hakim olamayacağını göstermektedir. Bunun hissedilmesi ancak durdurulamaması valilerde bir tepkiye neden olmaktadır. Mesela ülke gündemini bir süre işgal eden Adana Valisi’nin vatandaşa küfürlü konuşması da bana göre bürokrasideki bu rahatsızlığın kontrol edilemeyen bir tepkisini göstermektedir. Bir valinin dünya görüşünün ve siyasi fikrinin hükümete yakın olması, valilik makamına veya valilerin yetkilerine karşı yapılanlara yahut bürokrasinin gücünün azaltılmasına tepki göstermemesi manasına gelmez. Söz konusu bürokrasinin Türkiye’nin kurucusu ve yöneticisi olarak kendini kabul ettirmesi, özellikle silahlı veya silahsız yüksek bürokrasinin kendini ülkenin hakimi olarak görmesi olunca bunun değişmesine dünya görüşleri farklı olsa da bürokrasinin tüm kesimlerinden tepki gelmekte. Ben AYM Başkanı sayın Kılıç’ın konuşmasında böyle bir kurumsal rahatsızlığın adı konmamış tepkisi olduğunu da düşünüyorum. Bürokrasiden gelen tepkilere bir de bu açıdan bakmayı deneyelim.
Her yeni sırf yeni olduğu için iyi olmaz, her eski de sadece eski olduğu için kötü olmaz demiştik. Değişim sadece değişim olarak müspet veya menfi kabul edilemez. Bugün Türkiye’deki yaşanan bu değişimi doğru okumak gerekiyor, hatta daha önemlisi değişimi daha müspet hale getirmeye gayet etmek gerekiyor. Türkiyede taşlar yerinden oynadı, bunu tekrar eski hale getirmeye kimsenin gücü yetmez, bizlere düşen, yeni bir düzen kurulurken bunun ülkemiz ve insanlarımız için en iyisi olmasına gayret göstermektir.