Basın ve Özgürlük…
Her pazartesi yazdığı yazılarla ‘’Basın Meslek İlkeleri’’ üzerine inciler döşeyen, 14 Aralık soruşturmasında tribünlere oynayarak ‘’popüler’’ olan, nevi şahsına münhasır bir yazar var…
Kendisi, 14 Aralık soruşturmasından sonraki günlerde, ABD’de yayın yapan Washington Post gazetesinde bir yazı yazmış ve ‘’Türkiye’de medya özgürlüğünün olmadığını ve basına darbe yağıldığı’’ gibi asılsız ithamlarla ülkemizi karalamaya dönük hezeyanlara imza atmıştır…
Ülkesini yabancılara şikâyet etmesinden dolayı birçok kesimden eleştiri almasından dolayı köşesinden şu şekilde cevap vermiştir:
‘’ …Bu duruma içerleyenler de var. Neymiş? Neden Türkiye'yi dışarıya şikâyet ediyormuşuz?
Ufuk darlığından dolayı bu ülkenin bir dehlizde mahpus olacağını sananlara birkaç hususu hatırlatmakta fayda görüyorum: Bugünün modern dünyasında dışarı içeri diye bir ayrım kalmadı.’’
Söylediklerinden dolayı adeta bir zafer edasıyla bu sözleri paylaşan yazar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Geçen hafta Afrika turu kapsamındaki ülkelerde, malum yapının okullarının kapatılması durumunda devlet olarak yenisinin yapılacağını söylemesine pek bi içerlemiş ve gazetenin diğer yazarları da Türkiye’nin itibarının yaralandığına yönelik düşüncelerini derç etmişler…
İyi de insana demezler mi, ‘’Bugünün modern dünyasında dışarı içeri diye bir ayrım kalmadı.’’ diye…
Recep Tayyip Erdoğan’ın, dün seçim meydanlarında ve uygun gördüğü tüm platformlarda yüksek sesle dile getirdiği ‘’çocuklarınızı o yapının okullarından alın’’ sözünü, şimdi ziyaret ettiği ülkelerde dile getirmesi neden sizi rahat etti?
Aynı yazar, özellikle 17 Aralık darbe sürecinden bu yana neredeyse tüm yazılarını, Basın özgürlüğünün olmadığı ve hükümetin medya üzerinde baskı kurduğuna yönelik bilim kurgu tarzındaki bir içerikle doldurarak hayal gücünün sınırlarını göstermiştir…
Muhalif basının sesinin kısılmak istendiği yönünde beyanatlar veren yazar, iktidara muhalif medyanın ağırlıkta olduğu yönündeki gerçeği ise ne Türkiye’de ne de ‘’Anavatan’’da dile getirme ihtiyacını nedense hiç hissetmemiştir…
Ülkemizde günlük siyasi yayın yapan ulusal gazete sayısı 37 iken, mevcut hükümete ve politikalarına muhalif gazete sayısı 22’dir ve oran olarak yaklaşık %60’a tekabül etmektedir…
Hükümet politikalarını destekleyen gazete sayısı 11’dir ve oran olarak da yaklaşık %30’a tekabül etmekte…
Siyasi ağırlıktaki ulusal gazetelerin toplam tirajı 4 milyon 500 bin civarındadır ve muhalif gazetelerin toplam tirajı yaklaşık 3 milyon civarındadır… En çok satan 5 gazetenin 4’ü yine muhalif gazetelerdir… (Zaman, Posta, Hürriyet, Sözcü)
Görüldüğü üzere, ülkemizde en çok muhalif görüşlü gazetelerin satmasına rağmen yine de baskı var, özgürlük yok diyorlar…
Ülkemizde basının muhaliflik anlayışı, dünyada eşi benzeri olmayacak şekilde hoyrat ve sınır tanımayan bir inanca dayanmasına rağmen bu onları tatmin etmeye yetmemiştir… Anlaşılan o ki; istedikleri; koalisyon hükümetleri dönemlerindeki gibi gazete manşetleriyle post-modern darbelerin yapıldığı atmosfer gibi ‘’etkili’’ bir güç olmaktır…
Muhalif gazeteler, Recep Tayyip Erdoğan’ı birçok kez padişah kılığında resmetmişler, halkın seçimleriyle iş başına gelmesine rağmen diktatör olmakla, otoriter olmakla itham ederek Hitler’e benzetmekten geri kalmamışlardır…
Diktatör, Padişah diye itham ettikleri kişi, Ergenekon operasyonlarında deşifre olan Sarıkız, Yakamoz, Ayışığı, Eldiven gibi darbe planlarıyla iktidarı alaşağı edilmeye çalışılmıştır… Mevcut gücüyle partisine Cumhurbaşkanı seçtirmemek için türlü oyunlar sahnelenmiş, Partisi kapatılmaktan kıl payı kurtulmuştur… ‘’Gezi’’ olaylarıyla yıpratılarak devrilmek istenmiş ve en son 17 Aralıkta bürokrasi marifetiyle yeni bir darbe modeline tanık olmuştur…
Eğer tüm bu ‘’muhteşem’’ planlara rağmen yinede iktidarda kalmasını, devletin başında olmasını diktatör olmasına bağlıyorsanız yanılıyorsunuz, Bunun tek nedeni Halkın; ülkesine hizmet edeni başının üstünde taşımak istemesindendir…
Selametle…