Başbuğ Alparslan Türkeş vefat edeli 27 yıl oldu…
Evet, Başbuğ Alparslan Türkeş’in dün vefatının sene-i devriyesiydi. Başbuğ Alparslan Türkeş 25 Kasım 1917 yılında Lefkoşa’da doğmuş, tam anlamıyla mücadelelerle geçen bir ömürden sonra 4 Nisan 1997 yılında da 80 yaşında hak vaki olmuş, Ankara’da vefat etmiştir. Mekânı cennet olsun. Allah rahmet eylesin. Saygı ve minnetle anıyoruz kendisini… Büyük insanlar vardır, Allah onları topluma bir nizamat versin diye göndermiştir sanki, öyle biriydi Başbuğ… Nesillerden nesillere aktarılacak bir fikir, bir mefkure ortaya koydu. Dünyanın bu tükeniş çağında Türk’ün dirilme kaynaklarını bu topluma gösteren liderlerdendi… Onu hayatta iken görmek şerefini bizler de yaşadık. Biliyorum birçok ülkücü dostumuzun, ağabeyimizin acısı ilk günkü tazeliğinde duruyor… Hepsine tekrar sabır diliyorum.
Aslında kitabi bir dille de anlatabilirim Başbuğ Alparslan Türkeş’i ama ben öyle yapmayacağım, elimden geldiği kadar biraz da ülkemizdeki ülkücülerin serencamını izah ederek, konuyu sizinle paylaşmaya çalışacağım.
Başbuğ Alparslan Türkeş diyor ki; “bir millet iman ve ahlakla yaşar. Bir milletin kuvvetli olması, insanlarının güçlü kuvvetli olması her şeyden evvel, imanlı olmasına, ahlaklı olmasına bağlıdır. İmanını kaybeden, ahlakını kaybeden ahlaksız bir toplum yıkılır gider. O halde Müslüman Türk Milleti olarak, Türk dünyası olarak, İslam alemi olarak, hepimiz çok düşmanlıklarla karşı karşıyayız ama hepsinin başında gelen en büyük düşmanlar nelerdir? En büyük düşman imansızlık, ahlaksızlık ve cehalettir, cahilliktir. Bugünkü gençlerimiz temiz, ihlaslı gerçek iman sahibi olmalı ve ahlak sahibi olmalıdır. Sağlam ahlak sahibi olmalıyız, bunlarla beraber cehaletten kurtulmalıyız. Yani eğitim ve öğrenim, öğrenme seferberliği yapmalıyız. Bizde Amerikalılar gibi, Japonlar gibi, Almanlar gibi Fransızlar gibi dünya çapında bilim adamları yetiştirmeliyiz, teknisyenler yetiştirmeliyiz. Onlar nasıl uzaya gidiyor, nasıl füzeler yapıyor, atom nükleer yapıyor, en modern uçakları yapabiliyorsa bizde kısa zamanda bunları yapabilir duruma gelmeliyiz.” 1993 yılında Ankara’da yaptığı bir konuşmadan aldığım bir bölüm bu. Başbuğ Alparslan Türkeş o gün muhteşem bir kalabalığa hitap ediyor… O konuşmanın tamamını da keşke dinleseniz. Gerçekten çok önemli ifadeler kullanıyor. Sizinle özellikle o konuşmanın bu bölümünü de paylaşmak istedim. Gerçekten harika ifadeler….
Bilmemiz gereken şu, ülkücü ahlaklı, imanlı nesiller yetiştirmek için vardır. Bu ülkenin geleceğinin aklı hür, vicdanı hür, ahlaklı, imanlı gençlerle olabileceğini bilen, bunun için mücadele edendir ülkücü… Ülkücü Dostlarımı görüyorum ve biliyorum Başbuğ’u bugün o dava özlemiyle arıyorlar. Ama şunu da biliyoruz Başbuğ’a yapılacak en büyük iyilik bir genç yetiştirmektir. Bu ülkenin geleceğine bir tohum ekmektir.
Biliyorum ki bugün, istişareden anlamayan, yukarıda alınmış kararların bir talimatla bütün illere gönderildiği ve illerin de bu talimatlara harfiyen uyduğu bir yapı var karşımızda. Fikir yok, düşünce yok, büyük yok, küçük yok, ülkücülüğün ilkesi kimsenin umurunda değil, daha çok mevcut siyasetin sürdürülebilmesi asıl amaç olmuş, bunun için uğraşıyorlar. Bu da siyaseten sürdürülebilir bir yapı olabilir. Ama benim bildiğim bu sistemi uygulayan hiçbir lider gerçek anlamda, gönüllere dokunan, nesiller yetiştiren, zamanına mühür vuran bir lider olamaz. Fakat Alparslan Türkeş, tam anlamıyla zamanına mühür vuran ve hatta zamanını aşan bir liderdi. İmanlı, ahlaklı ve bununla birlikte dünyaya açık, Atatürkçü, milli ve manevi bütün değerlere haiz, hak yemeyen, yetim malı yemeyen, vatanı için, ülkesi için canını verebilecek nesiller yetiştiren bir liderdi Başbuğ. Ülkü Ocakları da bunun için kuruldu zaten. Ve gençler yetiştirdi… O zamanını da aşacak bir şekilde varlığını ortaya koymuş, büyük bir lider olarak aziz milletimizin yol göstericilerinden olmayı başarmıştır.
İşte o günlerden bu günlere gelin… Bugünlerden o günlere gidin… Dünün ülkücüsü, bugünün ülkücüsü… Direk eleştiri yapmayacağım ama bugün ülkücülerin lideriyim diyenler ne olur sanki konuya bir baksın, illere baksın, teşkil ettikleri teşkilatlara baksın… Böyle günler süreci, davayı, partiyi, uygulanan sistemleri de değerlendirmek için bir vesile olmalı. Başbuğ bu durumdan razı olur muydu? Bugün ülkücü partilerde fikir var mı? Var diyorsanız sıkıntı yok. Müzakere var mı? Var diyorsanız sıkıntı yok. Meşveret var mı? Var diyorsanız sıkıntı yok. Ben yok gibi görüyorum. Savrukluğa bakın, MHP, İYİ Parti, Zafer Partisi, Sinan Oğan vs. Bu kadar kopuk, bu kadar darmadağın olmuş bir yapı olabilir mi ülkücülük? Oysa Türkiye’nin mayasıdır ülkücüler… Ama nasıl ülkücüler… Yalakalık yapan, arkadaşını satan, makam mevki için her türlü taklayı atan biri de ben ülkücüyüm diyebiliyor, böylelerini gözlerimle gördüm ama bu nasıl ülkücü olacak?
Ülkücülerin kan kaybı vatanın kan kaybıdır. Bunu en iyi Başbuğ Alparslan Türkeş biliyordu. Serdengeçti nesiller yetiştirirken bir taraftan ise Merhum Prof. Dr. Erol Güngör Hocamız gibi değerleri, münevverleri bu vatana kazandırıyordu. Ülkücülük bir üniversite hareketiydi, üniversitelerde gençlerin heder olup gitmesini önlemek için canla başla uğraşılıyordu. Bugün hala bu dairede harmanlanmış, siyasetin acıtıcı ve yozlaştırıcı rekabetinden kendini sıyırabilmiş ülkücülere ülkenin ne kadar ihtiyacı var? Öyle değil mi?
İşte bu noktaya gelindiğinde Başbuğ Alparslan Türkeş’i yeniden bu milletin anlaması gerektiğini düşünüyorum. Bir kere Alparslan Türkeş’in milliyetçiliği kafatası milliyetçiliği değildi. Ben, Vanlı Kürt, Muşlu Kürt, Ağrılı Kürt, Karslı Kürt, Tuncelili Kürt, Hakkarili Kürt, Diyarbakırlı Kürt Milliyetçiler biliyordum, varlardı… Çünkü mesele Türkiye meselesiydi. Dava Türkiye davasıydı. Irkçılık temel merkeze alınmıyor, temel merkeze Türkçülük alınıyordu. Türkçülük de Türkiyelilik, Türkiyecilik anlamına geliyordu. İşte o kanal bu ülkede korunabilseydi, hiçbirimizin gönlüne yatmayan bir Seçim Kurulu Kararı sonrası şehirlerimizi terör yandaşları cehenneme çeviremezdi. Terör yandaşı bir parti alenen ve Türkiye’ye adeta baş kaldırarak inadına terör sevicisi bir kirli politikayı sürdüremezdi. Eğer o çizgi güçlendirilerek devam edebilseydi, teröristin Kürt olmadığı, Kürt’ün vatan sever olduğu, teröristin ise İsrail ve ABD uşağı, arzı mevut uşağı Ermeni kalıntılarının olduğu ve bu kirli ellerin Kürt kardeşlerimizi kullanmak istediklerini daha yüksek sesle ifade edebilirdik.
Neticede dostlar, evet Alparslan Türkeş’i analım ama anlayalım da… Öğretilerini, Dokuz Işığı, dünya görüşünü ne olur sanki kurulacak bir vakıf ile gençlere aktarsanız. Bunun için enstitüler kursanız… Bu ülkenin mayasıdır Alparslan Türkeş… Kavganın gürültünün, çapulculuğun bu ocağın kapısından içeri giremeyeceğini, yiğit olmanın kavgacı olmak olmadığını, ahlaklı nesiller yetiştirmemizin elzem olduğunu, Kürt ile Türk’ün kardeş olduğunu nasıl anlatacağız biz bu noktayı anlayamazsak? Bu çizgi Atatürk’ümüzün çizdiği çizgiydi ve acilen ülkemizde bu çizgiyi tekrar bulacak, onu canlandıracak, bunu da nesillerden nesillere aktaracak yiğitlere ihtiyacımız var.
Merhum Alparslan Türkeş’imize selam olsun, Tuna’dan Nil’e, Adriyatik’ten Çin Seddine uzanan, sınırlarla belirlenemeyecek kadar büyük bir Kızılelma olarak neşvünema bulmuş sevdamızı anlayanlara selam olsun, bu vatana serdengeçti gönüllerle bağlanan yiğitlere selam olsun, gençliğin ahlaksızlığını dert edinen, kızımızı kızanımızı düşmanın kirli ellerinden koruyacak, saraylara, bu cihana öksüz Türklüğünü değişmeyecek vatan evlatlarına selam olsun, ruhunu kaybetmeyene selam olsun.
Başbuğumuzun bıraktığı nesillerin vefatının 27. seneyi devriyesinde ülküsünü tekrar ayağa kaldırılabilmeleri duamızla gönlüne Türk’ün sınır bilmez mefkuresi yazılmış, aziz milletimizin her bir ferdini sevgiyle selamlıyorum. Vatan var, hayat var, vatan yoksa hayatın ne anlamı var… Sizce de öyle değil mi?